|
Bir rüyaya uyanır gibi

Ertuğrul Gazi oğlu Osman Bey tam da burada atını sağa çekmiştir. Şu akan derenin kenarına oturmuş, hatununun çıkınına koyduğu somunu, basturmayu, çökeleği çıkarıp bir güzel karnını doyurmuştur. Ardından dereden kana kana su içmiştir.

Yaşı henüz yirmi dörttür, daha fazlası değil. Beyliğe geçeli de, Şeyh Edebali’nin kızı Malhun Hatunla evleneli de bir yıl olmuştur sadece.

Dereye bakmış, yön kestirmiştir Osmancık. İşte Domaniç yaylası önündedir. Söğüt ardında kalmıştır. Ta ilerde Keşiş Dağı ve ille de Prusa vardır. Atını şu tepeye sürse görülür mü acep? Prusa, kolayına alınır mı? O gümüş kubbeli parıldayan yerin sekisine oturup da ovaya bakmak nasip olur mu bakalım?

Edebali, ‘gördüğün o çınar umurundur’ demedi miydi? Tastamam dediydi.

Prusa’yı almak nasip olmadı ama Osmancık’a. Deminin sonunda oğlu Orhan’a “beni şu parıldayıp duran gümüş kümbetin altına gömersiniz” dedi de öyle gitti.

“Dağ insan için, ova rızık için” demişti Orhan, Uludağ’ın sırtına sırtını verip de uçsuz bucaksız uzayan ovaya bakınca. Ve böylece adını Bursa’ya dönüştürdüğü ve “açık şehir” haline getirdiği ol mübarek şehirde evleri tepelere yaptırmış ve milletine bir ufuk çizgisi belirlemişti.

O ufuk çizgisi tez zamanda bir çağlayana dönüşmüştü tastamam. Çok değil, şehrin alınışından 10 yıl sonra Bursa’ya gelen seyyahlar şehirden “dünyanın en mamur şehirlerinden biridir ki burada dokuz medrese, sayısız mektep bulunur ve dervişi ve ahisi ve askeri ve tüccarı çokdurur” diye not düşeceklerdi tarihe. Orhan, bir yıldırım gibi şakıldayarak dört bir yanı fethede ede yoluna devam edecek, bir gece sallarla geçilen Rumeli’de bir büyük imparatorluğun hayalini kuracaktı askerler.

Çünkü ufuk vardı ve ufuk düşleyebildiğin kadar sonsuzdu.

Araya giren Timur bile kılına zarar vermedi bu ufkun. Doğru, biraz tökezletti ama bu kez de Süleyman Çelebi yetişti imdada. Mehdi, mesih, bilmem ne bekleyen ve kendini çaresi hisseden Osmanlululara bir kurtuluş vesilesi armağan etti. “Mehdi arayan, mesih arayan her kimse mehdi de mesih de eteğine yapışıp kurtuluşa ereceğimiz o tek erdir. İsmi yüceler yücesi ol Muhammed(s.a.v)’dir ki, izince yürüyene devlet vardır” diyerek silkeledi cümlemizi.

Böyleyken böyle işte… Osman Beyin atını sağa çektiği yerde çektik arabamızı sağa. O dereye indik biz de. Yusuf, Tafa, Selman, ben. Önce Tavşanlı’ya, ardından Simav’a süreceğiz atımızı. Osman’ın emaneti olan topraklarda dert anlatıp ‘umur’ arayacağız.

Yaşamak umurumuzda olacak. ‘Osman’ın meselesi neydiyse, Orhan neyin derdini çektiyse, Süleyman Çelebi hangi çileyi çektiyse o meselenin, o derdin, o çilenin sahibi kıl bizi Rabbim’ diye dua salacağız Domaniç’in yaylasına doğru. Bir çeşme bulacağız. Bir çam göreceğiz. Bir çeşme, bir çam görünce adına ‘Suluçam’ diyeceğiz buraların. Sancağımızı kaldırıp gülbankımızı çekeceğiz.

‘Eli kan, kılıncı kan, sinesi üryân, ciğeri püryan, meydan-ı şehadette Allah yoluna revan. Şüheda-i gazâya Hak görünür ayân. Kahrımız, gazabımız düşmana ziyan.Yâ Rahman. Hâtem-i enbiya, Peygamberimiz Cenab-ı Ahmed-i Mahmûd u Muhammed Mustafa-i Âl-i evlâd-ı resûl-i müctebâ, imdad-ı ruhaniyyetine. Bilcümle âlem-i islâmın sıhhat-ü selâmetine. Ordularımızın daim muzafferiyyetine. Üçler, yediler, kırklar, göçenler demine devranına Hû diyelim Hûuuu.’

Hadi gidelim.

#Edebali
#Ertuğrul Gazi
#Osman Bey
2 yıl önce
Bir rüyaya uyanır gibi
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’