|
Bu mektubu sana

Bu mektubu sana, uzun bir aradan sonra yeniden ve bir sabahın insanı yiyip bitiren alacasından yazıyorum. “Sabah, şairin üzerine saldırıyor” dizesinin hemen yanından.

Bu mektubu sana, okyanusta bata çıka ilerleyen bir balıkçı teknesinin lombarından ileriyi, ışıkları, karayı, kurtuluşu gözleyen ve savaşta ölmeyen tek oğluna sıkı, sımsıkı sarılan kaygılı, ürkek, çekingen bir Suriyeli babanın dünyaya öfkeyle bakan gözleriyle yazıyorum. “Sen şurada yatıp kalkarsın” diyerek gösterdikleri kömürlükten bozma mezbelenin duvarlarına memlekette bıraktığı kızının yaptığı resimleri asan, gecenin üçünde nedensizce yataktan sıçrayıp dakikalarca ağlayan Moldovalı bir “kadın”ın dünyaya kahrettiği zihninden yazıyorum.

Bu mektubu sana, tersanede işine yetişmek için akıp giden kalabalıkta akıp gidenle akıp giden ve “sana o kızı vermezler oğlum” cümlesi aklına düşmeden sevdiği kızı düşleyemeyen o işçinin buharlanan metro penceresine kalp çizdiği elleriyle yazıyorum. Annesinin hiç tanımadığı bir adamı eve getirip “biz birlikteyiz” diyerek tanıştırdığı minnacık bir kızın çıt diye sessizce dağılan kalbiyle…

Bu mektubu sana yazıyorum. Çünkü hatırlamak olmasa, sığınıp durduğum anılarım, yaşantı parçalarım olmasa ve bu cümleleri kurmasam sana dünyada kalmaya devam etmek zorlaşacak, hem de çok zorlaşacak.

Dünya imkansız. Dünya içine girenin asla dışarı çıkamadığı koca bir tımarhane.

Son zamanlarda o eskiden tanıdığım delikanlıyı düşünüyorum sıkça. Hayatının bütün hikayesini çay ocağının berbat bir iskemlesine sığdırma başarısı gösteren ve tek başarısı o olan o delikanlıyı. Cebindeki son parasını kır pidelerine veren, kalan bozuklukları dilencilerle şarapçılara pay eden, güzel bir şarkının yahut eşsiz bir şiirin dünyadaki her derdi halledebileceğini düşünen, yenilmeyi aklından bile geçirmeden mağlup, beraberliğe yatıp kümede kalmanın hesaplarını yapmayan o atak, sivilceli, kötü giyimli delikanlıyı.

Uzun yürüyüşler ve parlak dizeler eşliğinde yavaş yavaş ölmeyi düşünüyordu. Şimdilerde tamamlayıcı tıbbın mucizevi buluşları ve sunum dosyaları eşliğinde uzun uzun yaşamayı planlıyor.

O günün her saatinde seni beklerdi. Güneş vurunca rengi değişen gözlerini beklerdi. Tedirgin adımlardan oluşan yürüyüşünü, dünyaya mahcuplukla ve merakla sarkmanı beklerdi. Gelen vapurları beklerdi “belki Sezai Karakoç çıkar içinden” diye. Beğendiği filmlere peş peşe iki seans giderdi.

Bu mektubu sana, canı sıkılınca Kızkulesi’nden Üsküdar’a, Üsküdar’dan Kızkulesi’ne yürüyüp sabahı karşılayan, bir yerlere yetişmek için koşturup duran insanlara hayretle üzülen o delikanlının yanı başından, yani çok uzaktan yazıyorum.

Bu mektubu sana, o Tekirdağ gününün unutulmaz soğuğundan yazıyorum. Moraran suratlarımıza aldırış etmeden altı saat boyunca hayatın huylarını yoklaya yoklaya şehri arşınladığımız, birlikte yürümekten başka hiçbir şeyi kendimize dert etmediğimiz o günden.

Delikanlı ne vakit bunca yoruldu, ne vakit çözüldü dizlerinin bağı hiç bilmiyor. İstekle, şevkle, hatta şehvetle istediği yaşamanın onu bu kadar yorgun düşüreceğini niçin hiç katmadı hesaba acaba?

Dünya imkansız. Dünya içine girenin asla dışarı çıkamadığı koca bir tımarhane.

Sana bu mektubu gitmek istediğim şehirlerin, oturup konuşmak istediğim eski dostlarımın, yazmayı planladığım onlarca şeyin tam içinden yazıyorum. Gözlerimi kapatınca gözümün tam önünden toy kuşları geçsin istiyorum. Gözlerimi kapatınca gözümün önünden fazla steril havalimanları geçiyor oysa. Zeytinin, incirin ve narın üzerine yeminler etmek istiyorum. Tedirgin adımlarının üzerine yeminler etmek istiyorum. Meraklı bakışlarının üzerine yeminler etmek istiyorum. Ve yeminler etmek istiyorum dünyanın daha iyi bir yer olabileceğine dair. Olmuyor. Milli şefin treninin niçin beyaz olduğunu bilmediğimiz gibi bilmiyoruz tüm cevapları.

Sana “bu mektubu sana yazıyorum” deyip duruyorum. Oysa ben bütün mektuplarımı sadece “ne yapsak geçmiyor değil mi o içimizdeki boşluk hissi” dediğim yere ve tam da oradan yazıyorum. Zarfı da mazrufu da, yazanı da okuyanı da benim bu bitmek bilmeyen yorgunluk öyküsünün.

Selam ederim.

#Mektup
#Milli şefin treni
#niçin beyaz
#kızkulesi
#üsküdar
1 yıl önce
Bu mektubu sana
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler