|
Evinize alın o zaman

Çocukluğumun sessiz, işinde gücünde bir komşusu idi Doktor Hamit Bey. Bizim evin sol çaprazında, kirada otururdu. Çocuk doktoruydu. Afganistan’da Rus işgali başlayınca kaçıp gelmiş, Ankara’nın Yenimahalle’sinde hayata tutunmaya çabalıyordu.

Doktor Hamit’i Türkiye’ye iki nedenin getirdiğini tahmin ediyorum. Birinci neden canından, hatta belki daha da önemlisi evlatlarının canından korkması. İkincisi ise ülkesini açık şekilde Sovyetler Birliği’nin işgal etmesini isteyen komünist lider Babrak Karmal. Tabii ne Babrak Karmal kaldı ne Rus-Afgan Savaşı. Boyut değiştirdi sonradan o savaş. Amerika Afganistan’ı işgal etti. Taliban ve El Kaide isimli iki örgüt girdi gündemimize, falan filan.

Doktor Hamit Bey zaman zaman gelir aklıma. Mahalleden ben 15 yaşlarındayken taşınmışlardı. Hala Türkiye’de midir acaba? Yoksa Afganistan’a, bir Taliban palası yahut bir aşiret ordusu kurşunu, olmadı Amerika ya da NATO bombasıyla ölmeyi mi tercih etmiştir?

Nazar Muhammed, daha yaygın adıyla Khasha Zwan isimli “komedyen”, Taliban tarafından infaz edilince bir kez daha geldi aklıma Hamit Bey. “İnsan, infaz edileceğini, öldürüleceğini, bir kör kurşuna kurban gideceğini bildiği bir coğrafyaya dönmüş müdür Doktor Hamit?” diye sordum kendime. Türkiye’de kaldığına hükmetti zihnim.

“Komedyen” ibaresini tırnak içine almam üzerine pek düşünmeyin. Bazı kaynaklara göre her fotoğrafında makineli tüfekle gördüğümüz bu adam komedyen. Bazı başka kaynaklara göre de pedofil ve komedyenliği değil psikopatlıkları dilden dile anlatılan biri. O tırnak ondan. İnfaz edilmeyi hak ediyor muydu, orasını bilmem, bilemem. Herifin nasıl biri olduğunu bilmiyorum çünkü cidden. İddialar var, karşı iddialar var. Doğrusu bu hususlar pek umurumda da değil.

Umurumda olan şey şu. Nazar Muhammed infaz edilince “bugün bir komedyeni infaz ettiler çünkü insanları güldürmek haram” kampanyasına derhal gönüllü yazılan kitle, Nazar Muhammed o Afgan takımı ve takkesiyle İran üzerinden 72 saat boyunca Türkiye’ye yürüyüp ülkemizde sığınmacı ve/veya mülteci konumunda biri olsaydı ne derdi acaba?

Ben size söyleyeyim. “Ülkemizde mülteci istemiyoruz” derlerdi. Oysa Nazar Muhammed ya da diğerleri ya da öbürküler ya da ötekiler… Emin olun dünyada hiç kimse gönüllü olarak “sığınmacılığı” ya da “mülteciliği” seçmiyor. Ya ölmekten ya da aç kalmaktan, ailesine bakamamaktan korkarak akıyorlar “Batı”ya.

Ülkemizde mülteci istemeyenlerle “bir komedyene bile tahammül edemediler” diye sahte gözyaşı döken insanların aynı olmaları ise başlı başına bir sorun.

Başka yerden devam edeyim.

Benim mülteci ve sığınmacılara bakışım çok net. Anadolu herkesin evidir ama en çok canından ve karnından emin olmak isteyen insanların evidir.

Çocukluğumda Jivkov kapıları açıp Bulgaristan Türklerini Türkiye’ye yolladığında memlekette ne konuşulduğunu öyle net hatırlıyorum ki… “Ekmeğimize ortak oldular”dan başlayıp “hırsızlık arttı”ya ilerleyip, af edersiniz “kızları da çok şeymiş” cümlesine kadar ilerlemişti tezvirat. Fakat tabii ki hiçbir şey olmadı. Bulgaristan Türkleri, Anadolu’nun bir parçası oldular kısa sürede. Saddam’ın zulmettiği Peşmergeler geldiğinde de böyle oldu bu, Çeçenler geldiğinde de böyle oldu, Esed’in canlarıyla tehdit ettiği Suriyeliler geldiğinde de böyle oldu. Afganlar geldiğinde de böyle olacak, yarın öbür gün İran’da karşı devrim olduğunda memlekete İranlılar gelirse de böyle olacak. Şehirlerimize çeperlerinden, varoşlardan dahil olan sığınmacıların bir kısmı burada kalacak, merkezde tutunmaya çalışacak. Bir kısmı ileriye, “Batı’ya” varmaya çalışacak. Bir kısmı memleketine dönecek.

Balkan Harbi’nde İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun her yanına dağılan göçmen, mülteci ve sığınmacılar için ne dendiğini, o zavallılara nasıl davranıldığını öğrenmek isteyen dönem gazetelerine bir göz atsın isterseniz.

Aslında “ülkemizde mülteci istemiyoruz” kampanyası yapanların kahir ekseriyeti ile mülteciler arasındaki fark da tam olarak şu: “Mülteci istemeyenler”, mevcut mültecilerden biraz önce gelmişler Anadolu’ya. Biraz önce işte. 50 yıl, 100 yıl, 800 yıl. Ne fark eder?

Dahasını da söyleyeyim mi size? Selanik’te doğmuş ve Selanik elden çıkınca “doğal bir sığınmacı”ya kendiliğinden dönüşmüş Mustafa Kemal’in başkomutanı olduğu İstiklal Savaşı’nda İstiklal Marşımızı Arnavut Mehmet Akif yazmıştı. Daha neyi, nasıl ve nereden konuşalım bilmem ki…

Ormanlarımızı cayır cayır yakan PKK’ya tek laf etmeden “ciğerimizi yakıyorlar” demeyi başaran kitle, iş mültecilere geldiğinde Batı’nın uzun emperyalist tarihini ve mültecileri “mülteci” haline getiren tüm süreçleri pas geçip “insanları güldürmek haram, ondanmış” samimiyetsizliğine tam gaz ilerliyorlar.

Bir de 0-6 yaş çocuk zekasının bile yapmayacağı şekilde “çok istiyorsan evinde bak mültecilere” demiyorlar mı? İşte her seferinde kopuyorum burada.

Kopuyorum, çünkü mültecilere evimizde, Anadolu’muzda bakıyoruz zaten. Vaktiyle bana, sana, babana, dedene, ninene bakan evimiz, şimdi de başka mültecilere bakıyor.

Bir de “savaşmak dururken” diye başlayan leş cümleleri var. Yahu. 15 Temmuz gecesi biz çıplak ellerimizle savaşırken sen makarna kuyruğundandın birader. Güldürmesene insanı…

#PKK
#Afganistan
#Türkiye
#Orman Yangını
#Peşmerge
#Rusya
3 yıl önce
Evinize alın o zaman
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler