|
Ölürüz biz

Ölürüz biz. O hafif açık pencerenin önünde, o tren sesini duyarken, kulaklarımızın derinine nereden geldiğini bilmediğimiz bir Ahmet Kaya şarkısı değerken ölürüz.

“Ölmeyi deneriz” dediğimi zannetme sakın. Ölmek, denenecek bir şey değildir. O kayanın üzerine düştüğüm o sert anda denemiştim ben ölmeyi. Denenecek bir şey olmadığına kanaat getirmiştim.

Ama ölürüz biz. Fesleğen kokulu bir yaz hayaliyle yaşar, şubat taklidi yapan bir temmuzda, kokusuz, mecburen hevessiz, epeyce çaresiz şekilde ölürüz.

Ölmeyi ister miyiz? Ölmek istenir mi? Rahmetli dedem istemişti. “Çok yaşadım ben. İstemedim bu kadar yaşamayı. Bütün sevdiklerimin mezara konulduğunu görmek istemezdim” diyerek istemişti ölümü.

Onunkisi “çok yaşamaktan ölmek” değildi. Onunkisi yaşamanın bir yolunu bulamamaktan ölmekti.

Biz, çok yaşamaktan ölürüz. Orada, o hafif açık pencerenin önünde, o tren sesiyle birden anlarız öleceğimizi. “Ölümü yaratan mı yarattı hayatı da?” diye sorarız belki de Kaplan Kaplan’a özenip.

Ölürüz biz. O eşsiz aralık yetmez çünkü bize. O eşsiz aralık kimseye yetmiyor artık. O yüzden ölürüz. Fazla yaşamaktan ve hissetmekten ve o eşsiz aralıktan. Ölürüz biz. Şiir okuya okuya ölürüz. Dünyanın en temiz banyolarında ağlaya ağlaya ölürüz. Aynalarda kendimize yakalana yakalana ve nedense öfkelenerek ve nedense susarak ölürüz.

“Susmak, en kolay yolu ölümün” derdim romantizme inanan bir on dokuzuncu yüzyıl şairi olsaydım. Yahut Rilke’nin Duino’daki o kadına yazdığı o mektup gibi bir mektup yazar ve “bunları sana ithaf etmiyorum çünkü senin olanı sana nasıl ithaf edeyim?” diye sorardım. Sarhoş bir baş dönmesiyle ve henüz üzüm yaratılmamışken üç ya da dört ya da beş numaralı bakışımı takınırdım. Bakışlarını numaralandıran ve arsızca yaşayan ben, kalenderlikle ve kabullenerek ölmeyi bilecek kadar çok yaşadığıma ikna ederdim böylece kendimi.

Kalenderlikle ve kabullenerek. Fuzuli’nin o şiiri bana yazdığına inanarak. O şiirin ben o şiiri okuyunca tamamlandığına inanarak: Gerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem / Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedür

Ölürüz biz. Yaşamanın bir yolunu bulamamanın derdiyle değil yaşamanın niçin bunca tuhaf ve tutkulu, niçin bunca sürprizli ve yaralı olduğunu düşünerek; acı çekerek ve severek acı çekmeyi; en çok umut etmenin zehriyle ölürüz. Ne yorucu zehirdir o.

“Serebral kortekste yırtığa bağlı olarak ex oldular” yazar serinkanlı doktorlar raporlarına ardımızdan. Mezarlarımın başında “daha gençlerdi” diye hayıflanır, hayıflanma bilgisini haiz olan yaşlılar. “Aslında onları sistemin kendisi öldürdü. Ben bunları bir önceki videomda anlatmıştım” diyerek anlatırlar son videolarında komplo teorisyenleri. Şairler, ölümün kendisinin ilham verici bir şey olduğunu düşünürler içlerinden. Askerler “görev zayiatı” derler.

Yalnız iki kişi, çölde elleri ellerine tam değecekken can vermiş iki kişi bilir gerçek ölüm nedenimizi. Ve bilirler ki gerçek yoktur. Olduğunu kabul ettiğimiz şeydir gerçek. Ve aşk, inkar etmektir gerçeği. Delilikle aşk böylelikle aynı şey haline gelirler. Sarmaşık böyle büyür işte. Müslüm Baba ise uzatmaz: “Yıkıla yıkıla yaşayan benim.”

“Elinizdeki ne” diye sorsalar elimizde olana bakar ve bir isim vermeye çalışırız ona. “Dilenci çanağı değil mi o?” diye yinelerler sorularını. Kalpleri rahat etsin bizi rahat bıraksınlar diye “evet evet” deriz, “o bir dilenci çanağı. İçine biraz bulgur, bir parça peynir yahut biraz tuz bırakmak ister misiniz?” Yüzümüze bakarlar ve uzaklaşırlar yanımızdan. Bizse, elimizde olana bakar ve şöyle deriz: Ölüm birikiyor burada. Kehribar renkli bir ölüm… Ankara oyunları gibi bir ölüm… “Bende sana ait bir şey var, ama söylemem ne olduğunu” der gibi bir ölüm.

Ölürüz biz. Niçin ölmemiz gerektiğini kavradığımız ilk anda, ölümü uzatmanın yollarını araştırırız çaresizce. Bahaneler buluruz yaşamak için. Bulduğumuz her bahanenin ölümü yakınlaştırdığını bile bile ve çaresizce bahane buluruz.

Sonrası mı? Asansörün katta oluşuna benziyor sonrası. Sıkıcı bir filmin sürpriz içermeyen finaline benziyor. Almanya’nın kazanmayı hedefleyen sıkıcı futboluna benziyor. Sonrası hayata benziyor tamı tamına. Yaşamanın o basmakalıp rutinine dönerek ölürüz biz çünkü. Ölürüz biz.

#Ahmet Kaya
#Ölmek
#Rilke
#Duino
#Almanya
3 yıl önce
Ölürüz biz
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…