|
Sonra orada bir şey oldu

Bir çiçeğin nereden nereye gelebileceğini bilsen şaşardın. Eskiden sadece beyaz renklere sahip güllerin artık niçin kırmızısının da olduğunu bilsen üzülürdün çok. Anlatayım mı? Anlatayım. Bülbülün biri, aşık olduğu beyaz gülün goncasının açılmasını beklemek için geceden karşısına geçer, kanat çırparak ötermiş. Ne ki bülbül seheri bir türlü karşılayamaz, yorgunluktan bayılacak duruma gelir, goncanın açıldığını göremeden yuvasına dönermiş. Günün birinde “artık bu gece o gecedir” deyip geçmiş gülün karşısına. Gücünü, gücünün sonunu, dibini kullanarak sehere kadar ötmüş gülün karşısında. Gül, goncasını açarken heyecandan aklını yitirecek gibi olan bülbül ona doğru uçmuş ve doğruca kalbine saplanmış gülün dikeni. Bülbül, oracıkta, gülün ayaklarının dibinde teslim etmiş canını. Gülün rengi de kırmızıya dönmüş. Kandan. Kandan değil aşktan. Aşktan değil yorgunluktan.

Yorgunluktan ve hatırlamaktan ve unutamamaktan yapmışlar beni. Saatime bakıyorum. Geçmiyor. Bir çiçeğin nereden nereye gelebileceğini anlatıyorum kendime. Zihnimin çeperlerine bir balina vuruyor. “Biz sarhoş olduğumuzda” diyorum o göksel parkın tam da içinde “biz sarhoş olduğumuzda üzüm henüz yaratılmamıştı.” Gülüyorsun kalbimin içinde. Gülüyor musun? Bana gülüyormuşsun gibi geliyor ama kimse bilemez karşısındakinin gerçekten gülüp gülmediğini. Hele aşıklar hiç. Belki de o gülümseme değildir. Belki de o ay değildir. Belki de yağmurun yağışında yoktur bir anlam. Ama yağıyordur yine de. Çocukluğumuzun üzerine yağıyordur bütün yağmurlar.

Benim işte. Kırk beş yaşında ve on dokuzunda; koşu bittikten sonra da koşmaya niyetli ve kemikleri sızlayan; yeşil gözlü ve çaresiz biriyim. Saate bakıyorum. Beş dakikada bir saate bakıp zamanın sadece bir dakika ilerlediğini gördüğüm günlerden biri daha işte. Hatırlamaktan ve unutamamaktan yapmışlar beni. Geçmemekten yapmışlar zamanı.

Bir çiçeğin nereden nereye gelebileceğini bilsen şaşardın. Bir adamın nereden nereye gelebileceğini bilsen üzülürdün ihtimal. Ve hayır. Şifreli mesajlar veremem. İhsas edilmeleri anlayamam. Bana doğrudan anlatılması gerekir. Doğrudan beyan edilmesi. Gidemem ben. Gitmemek için bahaneler bulurum. Gereğinden çok kalmamak için şimdi gitmemenin bahanelerini.

Saate bakıyorum ve aklımı kaybediyorum. Saate bakıyorum ve zaman, sana dair uzun bir özleme dönüşüyor sadece. Bir çay. Bir çay daha. Okunması gereken bir şiir. Bir şiir daha. Bir çay daha. Bir şiir daha. Bir mermi.

Saate bakıyorum ve dakikalar her ilerlediğinde… Bugün günlerden ne? Perşembe olmalı. Günse Perşembe olmalı. Bütün günleri Perşembe diye çağırmalıyız. Bütün Perşembelerde bu yoksul, bu çaresiz öğrenci bütün gelişlerini sana ayarlamalı.

Ayarlayamaz.

Kiminle kavga ediyorsun? Kendimle.

Saate bakıyorum ve zamanın gelmesi için bildiğim ve henüz öğrenmeye vakit bulamadığım bütün duaları ediyorum. Dizimin bağının çözülmesi lazım. Dilimin dönmesi lazım. Nefes almam lazım. Nefes alabilmem lazım. Nefesimi tutup sonra tekrar salarak… Önce sola, ardından sağa, yine sola bakarak… O akıldı. Aklı kazımam lazım. Aklı çıkarmam lazım. Aklı masaya koyup onunla uzun ve hiç de dostane olmayan bir konuşma yapmam lazım.

Kiminle konuşuyorsun? Orada olmayanla. Henüz zamanı gelmeyenle.

Sonra orada bir şey oldu.

Bir parkın içinde… Bir kalbin içinde.

Henüz üzüm yaratılmamıştı ve sarhoştuk bizse.

Tam orada oldu. Asansör sadece bir kat aşağıdayken oldu. O son bakışta oldu.

Bütün anlamların uzağında, bütün zamanların uzağında bir şey oldu.

Bunu sana anlatamam. Ama istersen kendine bir konu seçebilirsin. Nasılsa bu adamın, kalbini masaya koymuş bu adamın, saatine bakıp duran bu adamın konusu belli. Nasılsa uçacak üzerine doğru ve nasılsa diken değecek kalbine. Çünkü kırmızıdan başka rengi yakıştırmıyor kendine.

#İnsan
#Çiçek
#Kalp
#Renk
3 yıl önce
Sonra orada bir şey oldu
Şehit
RTÜK kadınların yanında…
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm