|
“Şu çocuk zayi olmasın”

Bundan bir süre önce bir yazarlık kampı vesilesiyle Aksaray’a gitmiş, şehrin fişek gibi Valisi Hamza Aydoğdu ile tanışmıştım. O gün sayın vali ile konu konuyu, sohbet sohbeti açtı ve ben laf arasında Aksaray Valiliği’nin ayda bir “Açık Kapı” adıyla bir halk günü düzenlediğini öğrendim.

Sayın valinin anlattığına göre bu günlerde şehrin hayırseverleri ile devletin imkanları bir araya geliyor; derdi, tasası, zorluğu olan insanların dertlerine, tasalarına, zorluklarına çareler bulunuyordu. “Bu günlerden birine katılmak isterim” dedim Aydoğdu Vali’ye.

Doğrusu bu ya, bu teklifi yaparken şahit olmayı umut ettiğim şey, devletin vatandaşıyla “ikili ilişki kurarkenki hallerini” görmek, biraz da sosyal gözlem yapmaktı. Daha fazlası değil. Niçin beklentimi bu kadar düşük tuttum, inanın bilmiyorum. Belki de “en nihayet burası devlet kapısıdır” diye düşünmüş olmalıyım o kalıtsal refleksle.

Fena halde yanılmışım. Üstelik, uzun süredir yanıldığıma bu kadar memnun olduğum bir şey hatırlamıyorum. Zira önemli değil, çok önemli, çok çok önemli bir şeye tanıklık ettim.

Size bunu, doğru cümlelerle ve hakkını vererek nasıl anlatsam bilmiyorum? Hani “hayatım bir daha eskisi gibi olmaz” dediğiniz anlar vardır ya, o anlardan biriydi benim için.

Önce meselenin teknik kısmını anlatayım. Derdini doğrudan vali beye anlatmak isteyen insanlar, isimlerini yazdırıp randevu alıyorlar. Vali bey, bütün ilgili birim ve şube müdürleriyle vatandaşı karşılıyor. Zaten derdi ile ilgili bilgisi toplanmış, istihbaratı yapılmış vatandaş, derdini bir de vali beye anlatıyor ve vali bey de hemen oracıkta ya devletin imkânlarıyla ya hayırsever iş adamlarının katkısıyla o dertlere makul, hemen uygulanabilecek çözümler buluyor. İnsan onurunun gram zedelenmediği, derdi olan vatandaşın tabiri caizse “aslanlar gibi ağırlandığı” ve suiistimale bütünüyle kapalı bir toplantı bu. Sadece bu yanıyla bile olağanüstü güzel.

Sonrasını size doğru cümlelerle anlatmamın imkânı yok. Fakat şuradan başlamayı deneyebilirim. Hani biz şehirli orta sınıf modernlerin “dert” diye tanımladığı şeyler var ya… Toplantı ilerledikçe o dertlerin hepsi gözümde bitleşti, yok olup gitti. “Dert” diye tanımladığım her şeyden utandım toplantı ilerledikçe.

Bir tablo anlatayım size: İki tane pırıl pırıl çocuğu olan genç bir kadını terk edip başka bir kadınla yaşamaya başlamış kocası. Üstelik “boşanma davasını sen açarsan nafaka alamazsın” diye kandırmış bu genç anneyi o pis herif. Genç kadın diyor ki: “Kiramı ödeyebilsem yeter.” Kirası kaç para peki? 600 TL. Ne yaptı peki Aydoğdu Vali? Kiranın garantisini verdikten sonra kıyafetten yiyecek yardımına her türlü imkânı seferber etti. Hemen ilgili müdürler devreye girdi ve kadına bir tedbir nafakası dilekçesi yazdılar. Boşanma davasında da her türlü yardımcı olacaklar.

Bir tablo daha anlatayım size: Üç oğlu, bir güzeller güzeli kızı olan bir anne mide kanseri. Kocası, kanser haberini alır almaz karısını da, çocuklarını da terk etmiş. Kadıncağız dedi ki: “Çocuklarımın karnını temizliğe falan giderek doyururum. Devlet de tedavimi üstleniyor. Fakat TOKİ’den bir ev almıştık. Yavrularıma kalsın istiyorum. 100 bin lira borcum var.” Aydoğdu Vali hemen oracıkta hayırsever bir işadamını arayıp evin tüm borcunu kapattı. Tabii ki ailenin geçimi için gerekli tedbirleri de hemen aldırttı.

Gelelim yazının başlığına da konu olan tabloya. Bir Afgan baba ve anne geldiler. Kucaklarında, karaciğer yetmezliğinden mustarip yavruları var. Nakil bekliyorlar. Sıraları gelince nakil de olacak elbette ama anne-babadır neticede. Bir umutla gelmişler, belki işleri çabuklaşır diye. Vali, İl Sağlık Müdürü’ne dönüp şöyle bir talimat verdi: “Hemen yarın hastaneye götürülsün. Başka sağlık sorunu var mı? Mesele aciliyet kazanmış mı, sıra ne zaman gelirmiş, öğrenilsin.” Sonra biraz nefeslenip ekledi: “Göreyim seni. Şu çocuk zayi olmasın.”

Sadece bunlar da değil. Tam 46 insan, o ya da bu oranda derman bularak, zorluğunu halletmiş olarak çıktı dertli olarak girdiği kapıdan. Elektrik ürettiği rüzgâr türbini için parça desteği isteyen lise öğrencisi ile yaptığı ‘drone’u uçurmak için izin talep eden ortaokul öğrencisi kardeşi de; Aksaray için hayata geçirmek istediği Bebek Kütüphanesi fikrini mükemmel bir sunumla Vali Bey’e takdim eden kardeşimiz de; yediği küfür ağrına gittiği için hakkını aramaya gelen dedemiz de oradaydı.

Şu iki şeyi düşündüm üç saate yakın süren “Açık Kapı” toplantısı bittiğinde. Birincisi, “insandan geriye sadece iyilik kalır” cümlesi. Vali beyin o toplantıda aldığı hayır dualar zannediyorum her türlü kariyerin, her türlü dünyalık karşılığın, her türlü başarının ötesinde bir “tatmin alanı” sağlar insana. Çünkü “saf manada iyilik”in sağladığı, birinin hayatına yaptığınız dokunuşla onun hayatını güzelleştirmiş olmanızın meydana getirdiği mutluluk hiçbir şeyle kıyaslanamaz.

İkincisi ise şu: Devlet, en çok vatandaşının hizmetindeyken, onun emrindeyken güzel.

Son iki-üç yılda yazdığım “Vali” odaklı yazıları düşündüm sonra. 4-5 yazı olmuş. Bu yazıların hepsi bir şekilde olumsuz yazılar. Çünkü “vatandaştan, halktan yana” tavır almışım her seferinde ve valilerimizin vatandaşa olumsuz tutumlarını eleştirmişim. Eh, bu da mesleki vazifem.

Ama bir taraftan da şu: Ordu Valimiz Tuncay Sonel gibi, İzmir Valimiz Yavuz Selim Köşger gibi, Aksaray Valimiz Hamza Aydoğdu gibi valilerimizi ve onların şehirlerinde oluşturdukları “farkı” yazmak da bu vazifeye dahil. Allah, böyle valilerimizin sayısını artırsın. Artırsın ki devlet dediğimiz çatık kaşlı mekanizma gülümsesin, gülümsedikçe güzelleşsin.

Ve son bir not. “Dert” olarak tanımladığımız şeylere çok ama çok dikkat edelim. Sonra Allah bizi öyle “gerçek dertler”le sınar ki, şaşırır kalır, ne yapacağımızı bilemeyiz. Şükür iyi, şükürsüzlük berbattır.

#TOKİ
#Şükürsüzlük
#Dert
#Ordu
#Tuncay Sonel
#Vali
3 yıl önce
“Şu çocuk zayi olmasın”
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset