|
Türkiye’nin adresi

Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığım Cins Dergisi’nin ikinci sayısının kapağında, camında Ayyıldız olan bir tren kompartımanında bir dede ile torununun yolculuk ettiği bir fotoğraf kullanmıştık. Kapak sözümüz ise “Türkiye’nin adresi: Quo vadis mi fe eyne tezhebun mu?” idi. Neredeyse 6 yıl olacak biz o kapakla çıkalı.

O beş yıl zarfında Türkiye bir darbe ve bir sistem değişikliği gördü. Fakat bizim Cins Dergisi’nin kapağında kullandığımız soru, önemini kaybetmedi. Hatta diyebilirim ki yıllar ilerledikçe önemini daha da artırdı bu soru.

Kabaca söylemek gerekirse Türkiye’nin son yüzyıldaki büyük hikayesi bu adresleme çabası etrafında örülmüş duruyor. “Batıya” ya da “doğuya” doğru ortaya konulan çabalar aynı zamanda Türk politik hareketlerinin de belirginleştirici vasfı olarak durmuş hep orta yerde.

Şunu açıklıkla ifade etmek gerekir ki “Türkiye’nin adresi” konusunda Ercan Yıldırım’ın deyimiyle “kaplumbağanın üzerindeki mumla mutlu olan” muhafazakar Türk sağının oyun kurabilecek bir zihni neredeyse hiç olmadı. Altı üstü vasat bir “eskiden ne kadar büyüktük değil mi efendim?” nostaljisiyle mukayyet muhafazakar Türk sağı bu konuda söz alamaz. “Dünya sistemine yanlayalım” dışında bir önermesi olmayan Türk tipi liberalizmin sağdaki, soldaki ve merkezdeki renklerinde umut aramak da beyhude geliyor bana. Eh, Türk tipi sosyal demokratların irabta mahalli olmadığını söylemeye hacet yok.

Gelelim klasik ideolojik yönelimlere. Bazı hakiki denemeleri ve bazı hakiki adamların çabalarını dışarıda tutarsak benim de mensubu olduğum İslamcı ideolojinin neredeyse bütün tezlerinden vazgeçtiğini, AK Parti tecrübesinin İslamcılığı büyük bir transformasyona uğrattığını itiraf etmeyi bir borç bilirim. Dünyanın hakim kültürel iktidar söylemlerine yaslanarak “eşcinsellik, çevre vd.” ile meşgul olmayı solcu olmakla eşitleyen sosyalist-Marksist ana öbekten de olsa olsa bardak olur bu saatten sonra. O cenahta sefalet o denli derin ki Amerikancı Kürt teröristleri desteklemeyi bile sosyalizm sayar oldular. Eh, bir parantez de Ülkücülüğe açmak lazım. Zaten “dört başı mamur kesin bir ideoloji” olarak temayüz edemeyen Ülkücülük de artık sadece bir çeşit “vatanseverlik yönelimi” halinde sürdürüyor varlığını.

Aslında bütün bunları böylece ve kabaca anlatmamın nedeni, “Türkiye’nin adresi konusunda kimlerin söz alamayacağını” izah etmek değil. Bir çeşit alan temizliğini işaretleme çabası benimkisi.

“Bu alan temizliğine niçin ihtiyacımız var peki?” diye soruldukta işimiz çatallanır bir miktar. 20. yüzyılda müesses hale gelmiş ideolojik ve/veya politik yönelimlerin bugün Türkiye için bir hükmü kalmış görünmüyor. Elbette parça parça alınıp kullanılabilecek yanları var ama logo yapmaya değil adres bulmaya ayarlı bir düzlemde bu parçalar ne denli işimize yarar, bundan emin değilim.

Bu, burada bir dursun.

Türkiye’nin çok uzun süredir bir doğum sancısı çektiğini, kritik mücadelenin de bebeğin sağlıklı doğması için uğraşanlarla bebeğin ölmesini isteyenler arasında gerçekleştiğini düşünüyorum. FETÖ ve etki alanına alabildiği bütün unsurlar Türkiye’de bir “iktidar değişimi fikri” için değil, “Türkiye’nin ölmesi fikri” için uğraşıyorlar. Orası çok net. Hem bölgede hem de dünyada Türkiye’nin, Türkiye fikrinin ölmesini isteyen ülkeler ve güç odakları olduğunu söylemeye gerek bile yok.

Burada yapılması gereken kritik hamle “Türkiye’nin adresi”nin sağlıklı, yerli ve kendiliğinden bulunabileceğini düşünen insanları “politik/ideolojik” ayrıma tabi tutmadan hedef birliği içerisinde tutabilmek olacaktır.

Üstelik buradaki “yerlilik”ten kastımın “muhafazakar bir önerme olarak yerlilik” değil, “Türkiye’nin kendi imkanlarına inanan bir yerlilik” olduğunu da söylemem gerekir.

Peki ama düğüm nedir ve nerededir? Bence düğüm üç yerdedir. İlki, hızlı ve sağlıklı bir ekonomik istikrar. İkincisi, politik farklılıklarımızı sadece “politik farklılık” olarak görebilen bir zihniyet devrimi. Haini hain, politik bakımdan farklı düşündüğümüz insanları ise “politik bakımdan farklı düşündüğümüz insanlar” olarak tanımlayabileceğimiz yeni bir toplumsal birliktelik dili geliştirmek yani. Üçüncüsü ise toplumu ve toplumsallığımızı bütünüyle rahatlatacak bir yeni anayasa.

Bu üçünü gerçekleştirmek kolay mı? Değil. Elzem mi? Elbette.

Belki buradan bir fırsat bulur, bu meseleleri deşmeye devam ederiz.

#Cins Dergisi
#Türkiye
#Batı
#AK Parti
#Marksist
#Sosyalist
#FETÖ
il y a 3 ans
Türkiye’nin adresi
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset