|
Türkiye’nin bazı anlamları

Günlerdir aklımda dolaşıp duran bir cümle: “Türkiye, senin zannettiğin kadar büyük değil; senin zannettiğin de kadar da küçük değil.”

Türkiye elbette büyük bir ülke. Hem de çok büyük bir ülke. Geçmişten bugüne taşıdığı ve taşırdığı anlam dünyasıyla büyük öncelikle. Bu anlam dünyası, hem fiziki hem de manevi bir büyüklüğü işaret ediyor. Ve bu anlam dünyasında beni en fazla heyecanlandıran şey, dünyanın tüm mağdur ve mazlum halklarının bir şekilde içinde Türkiye geçen umutlar besliyor olmaları. En basitinden “Türkiye aşıyı buldu, artık bizim de aşı problemimiz kalmaz” diyen Afrika, Asya ülkelerinin umutları yeter.

Fakat bu, an itibariyle Türkiye’yi “büyük bir ülke” yapmaya yetmez, yetmiyor.

Tabiri caizse Türkiye “şimdilik büyük olmayan ve fakat büyük olmaya aday, büyük olması insanlık için çok hayırlı bir ülke” durumunda.

Bu büyüklüğün niyetten gerçeğe dönüşmesi için yapılması gerekenler konusunda bir süredir kendimce yazıp çiziyor, bazı öneriler sunmaya çalışıyorum. Yeterlidir, yetersizdir, mantıklıdır, mantıksızdır bilmem. Fakat Türkiye’nin çok büyük bir hızla “yeni bir toplum sözleşmesi” vasatına ilerlemesi gerektiğini, bu vasatın ırktan, dinden, ideolojik mensubiyetlerden ayrı kurgulanacak bir hukuk zeminine oturtulması zorunluluğunu dile getiriyorum.

Bu hususta olumlu-olumsuz pek çok tepki aldım. Böylelikle tartışma bereketlendi, bereketleniyor benim açımdan.

En basitinden söylemek gerekirse Türkiye’nin gençlerinde oluşan “adamın, tanıdığın yoksa” algısının bir şekilde bertaraf edilmesi gerektiğini düşünüyorum. En basitinden söylemek gerekirse işe mülakatla giren gençlerimizin beni ya da bir başkasını arayarak değil, bütünüyle kendi kabiliyetlerine ya da potansiyeline güvenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Dahasını söyleyeyim. Birbirinden farklı yaşam görgülerinin, birbirinden farklı yaşam alışkanlıklarının ve birbirinden farklı ideolojik görüşlerin “toplumsal mutabakat zemini” içerisinde kalmasını arzu ediyorum.

Şurası kesin. Türkiye’de gündelik politikanın dili, aynı zamanda “sadece biz ve bize benzeyen insanlar eliyle yaşanabilir bir Türkiye inşa edilebilir” cümlesine sıkışmış görünüyor. Oysa hakikat bu değil. Gündelik politikanın ürettiği bu dilin dışında bir yerde gelişiyor hakiki hayat.

Derdimi her seferinde “en geriden anlatan” biri olmak istemem ama artık Türkiye’de başka türlüsü mümkün değil. Sayıları çok azalan Kemalist cunta artıklarını/darbecileri, PKK ve FETÖ bağlantılı saçma insan öbeklerini dışarıda tutarak söyleyecek olursak, “bu memleketin hepimizin olduğu” anlatısını hakiki kılabilecek bir ortam inşa etmek zorundayız.

Biliyorum. Zor, çok zor. Bütün mahallelerden, bütün kesimlerden insanlar gereksiz, dahası zararlı bir “politik düzlem” inşa ediyorlar kendilerine. Sürekli “güvenli alan” inşa etmeye çabalıyorlar ve inşa ettikleri “güvenli alan” sürekli daralıyor.

Dahası, bu güvenli alan aynı zamanda ciddi karşıtlıklar, ciddi düşmanlıklar oluşturuyor. Daha da dahası, Türkiye’de hiçbir kesim karşısındaki kesimi kesinkes suçlu, kendi kesimini kesinkes masum görmeden yoluna devam edemez hale geldi.

Yine en temelden anlatayım. “Sizinle kutuplaşmayan şerefsizdir” dediğim anlar oldu benim de. Ama bunu böylece söylerken Türkiye’deki “makuliyet”e zarar vermemeye de hep dikkat ettim. Hatta bunun için epeyce eleştiriye maruz kaldığım anlar, demler de oldu.

En nihayet, kendimi şöyle bir soruyla yüzleşir halde buldum: “Gerçekten sadece kendine benzeyen insanlarla mı yürümek istiyorsun bütün yolunu? Dahası Türkiye yolunu böylece yürüyebilir mi?”

Meselenin çatallandığı yer burası benim açımdan. Memleketin varoluşu ve geleceği hakkında yanlış yönlendirilmiş insanların kabahatini de kendime yüklüyorum. Çünkü gözü olanın gördüğü şey, Türkiye’nin “büyük bir ülke olma” yolunda ilerlediğidir. Bunu, emin olun gündelik politika dili üzerinden söylemiyorum. Bütün alametler, bütün belirtiler, bütün izler “kaderin rüzgârının Türkiye’nin arkasına geçtiğine” işaret ediyor.

Bu rüzgârı toplumun sadece yarısıyla ele geçiremeyiz. Yelkenimiz sadece toplumun yarısıyla şişmez. Gemimiz sadece toplumun yarısıyla yürümez.

Bütün enerjiye, bütün yelkencilere ve bütün kürekçilere ihtiyacımız var.

Çünkü adı Türkiye olan geminin yürümesi, şu köhnemiş ve çürümüş dünyanın tutunduğu umut olabilir. “Olur” demiyorum. Ama bu “olabilir” için yaşamaya da ölmeye de hazırım.

Belki bunu tam buradan ve bu şekilde konuşmaya devam etmeliyiz.

#Türkiye
#Memleket
#Yol
#Ülke
#Kutuplaşma
3 yıl önce
Türkiye’nin bazı anlamları
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler