|
Yıldızlı bir gece için ağıt

“Dünyanın insana ne yapabileceğini bilsen şaşarsın” dedi incecik sesiyle. Oysa ben, dünyanın insana ne yapabileceğini sonuna, dibine kadar biliyordum.

“Boş ver şimdi böyle beylik lafları, sana bir hikaye anlatayım mı?” diye sordum. “Bayılırım iyi anlatılan hikayelere” dedi. “Bir hikayenin iyi olmasını mı tercih edersin, iyi anlatılmasını mı?” diye sordum bu kez. “Sanırım ikincisi” dedi, “hatta belki de iki soru birbirine çelişik değildir. Biz hikayeleri iyi anlatılabildikleri için iyi kabul ediyoruzdur belki de.”

Sonra “çölde unuttukları şu adamı anlatsana” dedi. “O hikaye değil ki, şiir o” dedim. “Olsun, o şiirin hikayesini anlat” dedi.

“Çok aşıktım” diye başladım söze.

Çok aşıktım ve burada, bu sonunu kimsenin görmediği söylenen uçsuz bucaksız çölde aşık olmanın bedeli çok ağırdı. Çünkü aşk, sadece aşk değildir çölde. Ama bu daha uzun anlatılması gereken bir mesele.

Çölün en uzak obasında, gözlerini gördüğümde, sadece gözlerini görebildiğimde bütün susuzluğumu bitiren bir kız yaşıyordu. Vaha gibiydi. “Yasemen” koymuştu babası adını. Hayatında hiç görmediği ve muhtemelen de hiç görmeyeceği bir çiçeğin ismini vermişti ona.

“Peki, onun gözlerinin senin susuzluğunu giderdiğini söyleme fırsatı bulabildin mi hiç?”

“Defalarca” diye cevap verdim. Hem de defalarca. O da her seferinde “zehirlidir benim gözlerim” diye cevap verdi.

“Zehirli miydi peki?”

“Evet ama fiziki anlamda söylüyordu bunu.”

“Nasıl yani?”

“Küçükken gözünün tam altından bir çöl yılanı sokmuş onu. Yaşamayacağını düşünmüşler ama o yaşamış, tutunmuş hayata. Gözleri siyahtan laciverte dönmüş üstelik. Böyle hani güneş tam batmadan önce bulutlar güneşin yükünü alır da lacivertleşir ya. O renge...”

“Sonra ne oldu? İstedin mi onu babasından?”

“Elbette düşündüm bunu. Onu istemeyi. Çölde, çadırımda, üstümüzde yıldızlı gökten başka hiçbir şey yokken ona şarkılar söylemeyi hayal ettim elbette. Ama yapmadım bunu. Yapamadım daha doğrusu.”

“Niçin?”

“Babası, sadece ismini duyduğum ve hiç gitmediğim bir şehre taşınıp yılan oynatıcısı olmaya karar verdi.”

“Düşseydin peşine…”

“Düşseydim değil mi? Eşsiz iz sürme yeteneklerimi kullanıp bulsaydım onu. Gece gündüz demeden at sürseydim. Şehre varıp ‘benim ol’ deseydim.”

“Deseydin.”

“Siz şehirlilerin sorunu tam olarak bu işte.”

“Nasıl yani?”

“Çölü geçmek demek, çölü ardında bırakmak manasına da gelir değil mi? Size öyle geliyor ki o doğduğun, doyduğun, at sürüp rızık aradığın çölü arkanda bırakıp kendini öylece bırakabilir ve devam edebilirsin hayatına.”

“Edemez misin?”

Burası hikayenin bittiği yerdi tam olarak. Çöl gecesinde yıldızların kaybolduğu yerdi burası. Yine de şu kadarını söyleyerek bitirmem gerektiğini hissettim: “Çölün kendisi hayatın gerçeği olduğunda seni çölde unutmuşlar demektir. Oturup şiir yazmaktan başkaca çaren olmadığını çölde kalmaktan başka çaren olmadığını anladığında anlarsın. Çöl şiirdir ve şiir çöldür böylece. Birbirlerine tutunarak hayatta kalmaya uğraşırlar.”

“Acıklıymış.”

“Acıklı mı? Ben olsam acıklıymış demek yerine sertmiş demeyi tercih ederdim. Alnımdaki çizgiler yahut sakallarımın kırçılı kadar sert. Çölde unutulmanın bedelini ödeyebilmek için yaşlanıyorum ben. Hikayenin bittiği asıl yer de burası galiba.”

#Yıldız
#Gece
#Ağıt
#Çöl
#Vaha
3 yıl önce
Yıldızlı bir gece için ağıt
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı