|
Harabat

Dehrin birinde, belki İstanbul’da belki Bağdat’ta, belki Gırnata’da yahut da Şam’da sultanlardan bir sultan var imiş ki keşfi açık, muhabbeti bereketli imiş. İşbu sultan sabah ezanıyla birlikte bir güzel rüyadan uyanıp vezirini sesletmiş ve de vezir gelince “hele tebdil-i kıyafet edelim de düş bakalım önüme” demiş.

Sultanla veziri, hoca taifesinden bir kılıkla kılıklanıp, sarıkları sarıp, yamalı cübbeleri giyip düşmüşler yola. Görklü, börklü, görgülü, gözgülü adammış vezir ki hiç sormamış “sultanım nereye?” diye.

“Az gitmişler uz gitmişler” diyeceğim ama o lafın gelişi. İki yoldaş epey uz gitmişler. Şehrin çıkışında fakirin fukaranın yaşadığı bir mahalleye gelmişler ki ne göreler. Yerde boylu boyunca uzanmış da yatan yaşlıca bir adamın cesedi var. Mahalleli cesedin yanından geçerken “tüh Allah’ın cezası ayyaş, demek sonunda geberdin” diyesi de hiçbiri gelip cesedi yerden alası değil.

Hoca kılığına giren sultan, birini çevirip sormuş: “Bre bu hal ne haldir? Şu zavallı cesede niye tükürürsünüz?”

“Bırak hocam” demiş adam, “Şu yerde yatan ayyaşın teki bir nalıncıydı. Akşamları eve giderken elinde şişe şişe şaraplar, ardında da her türlü fenalığı yapan aşüfteler olurdu. Hem de bu utanmaz, arlanmaz, Allah’tan korkmaz herif, şaraplarla kadınları yaşlı karısıyla birlikte oturduğu eve götürürdü bir de. Bu herifi bir kez olsun cemaatle namaz kılarken gören olmadı hem. Bırakın bunun cesedi buracıkta çürüsün de kurda kuşa yem olsun hocalarım.”

Bizim görgülü vezir sultana demiş ki “Eh sultanım, bu ayyaş herifi buracıkta bırakalım da biz hangi iş için geldiysek onun peşine gidelim.” Sultan, duraksamadan “İşimiz budur vezir efendi” demiş. “Hem gördüğüm rüyada bize söylenen iş budur, hem de sultan olmaklığımız yüzünden işimiz budur. Mahalleli, bu günahkâra kızıp cesedini yerde bırakma hakkına sahiptir. Lakin biz sultanız, bu da bizim tebaamızdır. Nasıl bırakalım bu garibi burada?”

Vezir, işin kolayına kaçmış: “Madem yerde bırakmaya gönlünüz elvermedi, saraydan gassallar, hocalar, hafızlar seğirtsin gelsin de kaldıralım cenazeyi.” “Olmaz” demiş sultan, “Hele bacaklarından tut ki bir gasilhane bulalım da rahmetliyi defne hazırlayalım.”

Vezir, çaresiz tutmuş yaşlı adamın bacaklarından. Şehrin en büyük camilerinden birine gidip hazırlamışlar adamı defne. Sultan, kendi elceğeziğiyle yıkayıp yumuş, sarıp sarmalamış cenazeyi.

Görgülü vezir, az düşünüp sultana demiş ki “Sultanım, her ne kadar adam ayyaşın, uğursuzun biri olsa da belki karısı cenazeye katılmak ister. Emir buyurursanız çağırtalım kadını.” “Hacet yok” demiş sultan, “Namaza daha epey var, kalk da birlikte gidelim kadıncağıza.”

Cenazeyi bir tabut içerisinde musallaya bırakan sultanla vezir, yine düşmüşler yola. Sora yanıla, araya bula varmışlar nalıncının evine. Usulünce çalmışlar küçük bir bahçeli evin kapısını ki karşılarına akça pakça yaşlı bir teyze çıkmış. Sultan, “Teyze” demiş, “Böyleyken böyle. Amcanın cesedi yolda kalınca biz iki hoca defin işlerini yaptık. Öğle namazından sonra da gömeceğiz. Dilersen sen de gel.”

Teyze, acı acı gülümsemiş. “Demek sonunda benim dediğim oldu. Cesedi yerde kaldı yoldaşımın. Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz, lakin cenazesini bahçeye defnetmek gerekir. Senelerce önce bahçeye mezarını kazmıştı çünkü beyim.”

Sultan, sormuş: “Cesedinin yerde kalacağını nasıl tahmin ettin teyze? Günahkâr biri olduğu için mi?”

Teyze, gülümsemiş yeniden ve anlatmış: “Günahkâr değildi ki benim yoldaşım. Hatta günahtan nefret ederdi. Akşama kadar dükkânda nalın yapar, akşam eve gelirken nerede elinde içki şişesi olan birini görse ondan ‘o akşam içmemesi’ şartıyla o içkiyi satın alırdı. İşlerinin iyi olduğu bazı günler de yoldan çıkmış kadıncağızlara para verip onları bizim fakirhaneye getirirdi. ‘Mademki paranı ödedim, dinlensen gerek’ derdi. Ben de o kadıncağızlara menkıbeler anlatır, Kur’ân okur, nasihat verirdim. O kötü mesleği bıraktırdığımız kadın sayısı belki yüz kadar vardır.”

Vezir şaşırmış, sultan ise hayret makamına düşmüş kadıncağızın anlattıkları karşısında. Sultan yine de sormuş: “Fakat rahmetliyi hiç cemaatte gören de olmamış. Onu nasıl edelim?”

Teyze cevap vermiş: “Benim beyim, namaza durduğunda Kâbe’yi karşısında görmeyen imamın arkasında namaz kılmazdı. Size söyleyemem ama şehrin öbür ucunda bir imamın arkasında dururdu namaza. Bütün namazlarını da onun camiinde kılardı.”

Vezir gülümsemiş ve demiş ki “Demek, hal böyle olunca sen amcaya ‘cesedin yerde kalır’ derdin öyle mi?” Bu sefer teyze epey genişçe gülümsemiş: “Derdim amma o da bana şöyle cevap verirdi her seferinde: “Sen hiç merak etme. Allah isterse görgülü bir vezirle ulu bir sultanı vazifelendirir de buldurtur cesedimi.”

İşte böyledir hikâyemiz. Ben anlatandan dinledim. Sen de anlatandan oku da şu beyti düşün: “Harabat ehlini hor görme Şakir / Defineye mâlik vîrâneler var.”

#Harabat
#Vezir
#Virane
3 yıl önce
Harabat
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset