|
Mecburi istikamet mi, düzelebilir hata mı: Gelir adaletsizliği

Aslında kavramın tam olarak doğru kullanımı “gelir dağılımı adaletsizliği.” Hatta bana kalırsa son yıllarda akademinin daha da geliştirdiği formuyla “hayat standartları adaletsizliği.”


80’li yıllardan beri “neoliberal ekonomiye sadakat şerefimizdir” diyerek ekonomiyi bilhassa “tam ticari serbestleşme, hizmet sektörü ve finans hareketleri” direkleri üzerine inşa eden gelişmekte olan ülkelerde karşılaştığımız manzara üç aşağı beş yukarı aynı. Kalkınma hızlı, büyüme oranları muazzam, refah ve erişim artıyor. Fakat bu artışlara paralel olarak gelir dağılımındaki dengesizliğin de azalmasını bekliyorsunuz ama hayır; o azalacağı yerde artıyor.

“Kuznets eğrisi” tanımını bilenleriniz vardır elbet. Amerikalı ve Nobel ödüllü ekonomist Simon Kuznets dayıya göre gelişmekte olan ülkelerde gelir adaletsizliği “kapital belli ellerde hızla birikeceği için” önce devasa boyutlara ulaşacak, ardından da kalifiye elemanlar ve işgücü kalitesi artacağından bu adaletsizlik kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Bana kalırsa “gelişmekte olan ülkelerin ortaya koyduğu vahşi kapitalizmi ve kanları pahasına uyguladıkları neoliberal ekonomiyi aklamak için bulunmuş” bu eğri, her seferinde gelişmekte olan ülkelerin ekonomisini yönetenlerin imdadına yetişsin diye icat edilmiştir. Bahaneleri hazırdır çünkü: “Kardeşim, bu işin doğası böyle. Kanunu bu.”

Oysa ne bu işin doğası böyledir, ne de kanunu budur. Sermayeyi belli ellerde ve devasa boyutlarda tutmak; ardından da devlet olarak bu sermayeye tahakküm kurmak vahşi kapitalist/neoliberal düzenin çok işine gelmektedir, hepsi bu.

80’li yılların “Özalizm”inden bu yana Türkiye’nin asli sorunlarından biri, belki de birincisi gelir adaletsizliği problemidir. İşte sonunda bizi bu konuda dünya üçüncüsü haline getiren bir noktaya gelmeyi başardık yani.

Neoliberal politikaların gelişmekte olan ülkelere armağan ettiği bir başka kavram da “mutlak yoksulluk” kavramıdır malum. Mutlak yoksulluğun bir ucu “sınıf altı” denilen toplumsal sınıfa, bir ucu da “sosyal devlet” politikaları kapsamında “yaşamak için devletin kendisine verdiğine bağımlı hale gelen” topluluklara çıkar. Fakat bu bir başka yazının konusu olacak. Şimdi konumuz gelir adaletsizliği.

Başa dönelim. Bugün itibariyle Türkiye’de “hayat standartlarına adil erişim” bazı alanlarda sağlanmış, bazı alanlarda ise sağlanamamıştır. Elektrik, temiz su, kanalizasyon, iletişim ve bilgiye erişimde büyük oranda bir adaletten söz etmek mümkün olacaktır sanırım. Sağlıkta ise durum “tam bir adalet” içermiyor hala. Bunun pek çok nedeni var. Eğitim, beslenme ve barınma konularında ise tam bir adaletsizlik söz konusu.

Dikkat isterim: Barınmada adaletsizlik derken “birisi villada otururken birisi gecekonduda oturuyor” cümlesindeki adaletsizlikten bahsetmiyorum elbette. Daha çok şehirlerimizde oluşmuş çöküntü alanlarından, sınıflar arası mekânsal farklılaşmadan falan söz etmiş oluyorum. Villada oturan adama karşı çıkmak servet düşmanlığı, mekânsal farklılaşma ve çöküntü alanları üzerine düşünmek ise adalet arayışıdır.

Peki ama bu adaletsizlik nasıl önlenir? İşte meselenin ek yeri burasıdır ve biraz can sıkıcıdır.

Öncelikle kalkınma ve büyüme hızımızı biraz makulleştirmek iyi bir başlangıç olabilir. “Ekonomik stabilizasyon” diyelim biz buna. Ardından sermayenin sayılı ellerde toplanmasına engel olabilecek çeşitli politikalar geliştirilebilir. Buna da “refah yaygınlaştırması” diyelim. Ardından mutlak yoksullukla mücadelenin tek yöntemini “devlet yardımı” olarak konumlandırmaktan vazgeçilebilir. Buna da “yoksullukla pozitif mücadele” diyelim. Daha da ardından gerçekten az kazananın az, çok kazananın çok ödeyeceği bir vergi sistemiyle “kaynağında vergi” aşamasına geçilebilir. Buna da “vergi sistemi revizyonu” diyelim.

Peki bunlar, bizimki gibi gelişmekte olan bir ülkede hayata geçirilebilir mi? Maalesef hayır. Gelişmekte olmanın “ruhaniyetine” aykırıdır zira bu söylediklerim. “Kalkınma ve büyüme hızınız düşerse ekonominiz daralır. Ekonominiz daralırsa sermaye güvensiz hale gelir. Sermaye güvensiz hale gelirse…” diye devam eden bir sarmal söz konusudur çünkü.

Şimdilik -ki bu şimdilik epey uzun bir şimdiliktir- gelir adaletsizliğinin nedenlerini konuşmaktan, onları tespit etmekten başkaca yapılabilecek hemen hiçbir şey yoktur ne yazık ki. Neoliberal vahşiliğin dışına çıkmayı göze alamaz çünkü Türkiye. Bunu yapamaz.

Fakat bu mevcut durum, bizim mesela “toplumun en zengin yüzde onu ile en fakir yüzde onunun arasındaki gelir farkının 15 kat değil de 8 kat olduğu” bir ülke hayali kurmamıza da engel teşkil etmez. Hayalini kuralım ki yolumuz aydınlık olsun.

#Gelir
#Adaletsizlik
#Simon Kuznets
#Kuznets Eğrisi
5 yıl önce
Mecburi istikamet mi, düzelebilir hata mı: Gelir adaletsizliği
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak