|
O sorunun peşinde

“Peki, sonra ne oldu?”

Daha sorduğum anda o soruyu sormamam gerektiğini, anlatanın hikâyeyi orada bitirdiğini, sonrasını anlatmak istemediğini anlamıştım ama ne çare. Soru, avcının henüz yavru olduğunu son anda anladığı bir ceylana saldığı ok gibi çıkmıştı yayından. Okun hedefini bulup bulmayacağı avcının elinde değildi artık.



O anda bütün umudum, muhatabımın soruyu duymamış olması, hatta açıkça duymazdan gelmesiydi. İnsanoğlu böyledir. Merakını yenemediği bazı anlar ona büyük pişmanlıklar olarak geri döner.

Duraksamasını nasıl anlamalıydım? Soruyu duymuştu. Orası kesindi. Ya da şöyle aslında... Soruyu duyup duymadığı kesin değildi elbette ama sorum, ikimizden başka kimsenin olmadığı bu istasyon binasının duvarlarına çarpıp dağılmıştı. O sesi duymamanın imkânı yoktu bana kalırsa.

Sorumu duymuştu fakat soruma cevap vermek istemediği için duymazdan gelmişti. Eğer böyleyse, bu beni en çok rahatlatan seçenek olurdu. Çünkü sonrasını merak etmemem gerektiğini kesinlikle hissetmiştim soruyu sorarken.

“Ben bir çay daha alıp geleyim” deyip ayağa kalktım. Sonra aklıma geldi. “Sen de ister misin?” diye sordum. Bu soruma cevap verirse önceki sorum unutulacak, ruhumda oluşan o kekremsi tat dağılıverecekti.

Başını “istemem” anlamında iki yana salladı. Önceki sorumun ortadan kalkmadığına dair bir işaret olarak değerlendirdim bunu. Belli ki sorumu cevaplandırmak istiyordu ama doğru cevabı bulamamıştı henüz.

İstasyonun bekleme salonunun önündeki küçük tezgâhtan çay alırken dönüşte ona “sorumu cevaplamak zorunda değilsin, ben bir an boş bulunup sordum” demeyi planladım. Evet evet, bu tatsız meseleyi kapatmanın en kestirme yolu buydu. “Beni meraklı biri sanmanızı istemem. Sonrasında ne olduğu sadece sizi ilgilendirir. Ben bir an boş bulunup sizi de zor durumda bırakacak bir soru sordum. Lütfen özrümü kabul edin” deyip meseleyi kapatacaktım.

Nasıl olduğunu hala anlamadığım şekilde, karton çay bardağı elimde bekleme salonuna girince bütün cesaretim hallaçların sopalarıyla vurdukları anda yünlerin dağılması gibi dağıldı.

Sessizce önceki yerime oturup beklemekten iyice bayatlamış çaydan bir yudum aldım.

Cevap versindi ya da vermesindi. Ne fark ederdi ki? En nihayet, aynı bekleme salonunu iki saattir paylaşmak dışında, iyice gecikmiş bir trenin ara istasyondaki iki yolcusu olmak dışında ne gibi bir alam vardı hikâyenin sahibiyle. Hem, ben mi dedim ona “bana hikayeyi anlat” diye. Usul usul anlatmaya başladı. Anlattıkça ilgimi çekti. Sonra kendimi anlatılan hikayeye bütünüyle kaptırıp pürdikkat şekilde dinlemeye başladım. Zaman zaman başımla onayladım anlattıklarını, zaman zaman “demek öyle, vay canına, o yıllarda öyleydi tabii” gibi yarım cümlelerle hikâyeye ilgimi kaybetmediğimi belli ettim. “Sözünüzü unutmayın lütfen, ben bir çay içmek istiyorum. Size de ikram etmekten mutlu olurum” diyerek çay alıp geldim.

Belki bir saatten fazla süren hikâyeyi anlatmayı, tıpkı başladığı gibi usul usul bitirdi. Fakat bence hikâyenin gerçekten bittiği yer orası değildi. Devamı gelsin istedim ve evet, sordum o soruyu. Ne var bunda? Cevap vermek isterse verir, cevap vermek istemezse keyfi bilir. Bunun için kendimi daha fazla üzecek değilim. Hem anlattığı hikâyede aklıma yatmayan şeyler de vardı. Yani bütün bütün doğru olmayabilir söyledikleri. Belki de adam, yaşanmamış şeyleri yaşanmış gibi anlatmayı marifet sayan bir şarlatan, bir ilgi budalasıdır.

“Neyse, tren epey gecikecek galiba, ben gidiyorum, sizi tanıdığıma memnun oldum” diyerek ayağa kalktım. Bekleme salonunun kapısına doğru birkaç adım atmışken “sizden önce bu hikayeyi anlattığım herkes aynı soruyu sordu” dedi adam.

Arkamı dönüp söyleyeceklerinin devamının beni ilgilendirdiğini belli edecek şekilde durdum.

“Hepiniz, ama hepiniz hikayenin sadece sonunu merek ediyorsunuz. Hikayenin oluş güzelliğini değil, sonunu arzuluyorsunuz. Alın size muhteşem bir son beyefendi: Gitti.”

“Gitti mi?” diye sordum kendime yine hakim olamadan. “Gitti evet. Ve çok rica edeceğim sonraki sorunuz ‘peki ama nereye gitti?’ olmasın. Onu ben de bilmiyorum.”

#Avcı
#Ceylan
#Soru
#Hikaye
#Tren
5 yıl önce
O sorunun peşinde
Medeniyetler ittifakı
Derviş, Özal ve teknokratlar hükûmeti
Bir şehir: Gelenek ve mekan
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?