|
Seksen beş bin

Pıt diye açtım gözlerimi. “Hayra karşı” dedim kendi kendime. Gayrı ihtiyari kalbimi yokladım. İçinde tek dal sigara kalmış Yeni Harman paketi yerindeydi. Kalbim yerindeydi. Dünya yerindeydi. İstanbul’dan Kuşadası’na giden Setra marka otobüs yerindeydi. Her şey yerindeydi.

Otobüsün beş basamaklı orta merdiveninden inince yüzüme çarpan yapış yapış sıcağa aldırış etmeden son sigaramı son kibritimle yaktım. İki adım attım önümdeki belirsiz boşluğa doğru. Sıcağa alışmayı umdum. Alışamadım.

Elimi bol kesim duble paça gri kumaş pantolonumun sağ cebine attım. İki parmağımla yoklayarak paramı hesap ettim. Seksen beş bin vardı.

Dünyanın tam ortasında, Kuşadası’na iki yüz kilometre kala, yapış yapış sıcak ve seksen beş bin.

Otobüsün bagajında kemane, zımparalar, cilâlar ve ağaçlarla ağırlaşmış bir valizle; okurum diye yanımda getirdiğim kitaplar, kumaş pantolonlarım ve kareli gömleklerimle dolu bir çanta ve seksen beş bin.

Bütün hayatım bir valizle bir çantaya sığmış gibiydi. On yedi yaşıma kadar Ankara’da, yirmi bir yaşıma kadar İstanbul’da biriktirdiğim tüm hayat için bir valiz ve bir çanta ve seksen beş bin.

İki adım daha attım boşluğa doğru. Nedense şaşırdım bunu yapabildiğime. İki adım daha attım. Belli belirsiz aldığım koku biraz daha netleşmeye başladı. Başımı kaldırınca bir yer yaygısının üzerindeki ayaklı tahta sinide gözleme hamuru açan kadını gördüm. Soluk pembeler ve yıkanmaktan artık griye dönmüş mavilerden dikilme pazen şalvarıyla bağdaş kurmuş, beş bin yıldır yapageldiği bir şey yaptığının farkında olmadan gözleme hamuru açıyordu. Küçümen bir elma büyüklüğündeki hamur pazılarından birini alıp zemini unlu sininin üzerine atıyor, oklavayı sertçe bastırıp hamuru genişletiyordu. İstediği büyüklüğe geldiğine emin olunca iç koyup katlıyor, zarif sayılabilecek bir hareketle elektrikli sacın üzerine bırakıyordu gözlemeyi.

“Gözleme ayran 75” yazılı kâğıda baktım uzun uzun.

Açlığa alışkındım. Daha doğrusu talimliydim. Öğrenci evinde tavada ekmek kızartıp üzerine sarımsak sürmeyi de, makarna haşlayıp sadece margarinle tatlandırmayı da öğrenmiştim. Yiyecek bir şey yoksa Kadıköy’e yürüyüp “hardallı olsun” diyerek sosisli sandviç alırdım sahildeki büfeden. Cebimdeki son param olurdu hep. Dünyanın en kötü hardalı genzimi yakarken “olsun be, Allah kerim” diye geçirirdim aklımdan her seferinde.

Kıymalı gözlemenin elektrikli sacdan yükselen kokusu damaklarımdan alt dişlerinin arasına doğru salyaların akmasına yol açtı. Rüyamdaki köpeklerin salyalı ulumalarını hatırladım.

Açtım. Son paramdı. Yetmiş beş bin liraya gözleme satılıyordu insanın dinlenmesinin imkânının olmadığı Aksakallar Dinlenme Tesisi’nde. Yirmi bir yıllık kişisel tarihimin sıfır noktasındaydım. Dünyanın ortasındaydım. Ulumak bir çözüm olabilirdi.

Gözleme açan kadının yanından geçip içeriye, lokanta ve marketin olduğu kapalı bölüme geçtim. Çorba, tavuk haşlama, kavurma, kuru fasulye, tas kebap, pilav, sütlaç vesaireden oluşan self servis tezgâhını boylu boyunca yürüyüp market kasasına geldim. “Yeni Harman, kibrit bir de” deyip uzattım seksen bini.

Dünyanın ortasında, Kuşadası’nın iki yüz kilometre uzağında, yirmi bir yıllık kişisel tarihimin sıfır noktasındaydım. Açtım. Burada ne işim olduğunu bilmiyordum. Gözleme yetmiş beş bindi. Yeni Harman yetmiş beş bindi. Yaş yirmi birdi. Kuşadası buradan iki yüz kilometreydi. Rakamları sevmiyordum.

Otobüs tekrar yola koyulduğunda saklayamadığı bir Trakya şivesiyle konuşan hostes kızın dağıttığı paket keklerden bir tane aldım. Bütün cesaretsizliğimi toplayıp “bir tane daha alabilir miyim?” diye sordum. Kırmızı ruj, baygın deodorant ve yıpranmış ojeden yapılma hostes “tabii ki” dedi.

Kemirdim kekleri. Granül kahvenin berbat tadıyla paket keklerin bayatlığı ağzımda birleşince “keşke ulusaydım” diye geçirdim aklımdan.

Rüyamda Mariva’yı tekrar görebilmenin umuduyla kapattım gözlerimi. Hâlbuki Mariva kalbime bıçak sokmuştu. Sevdiğimizin elindeki bıçak bir noktada kaçınılmaz olarak imtihanımıza dönüşecekti. “Mariva’yı değil, kendimi” diye düşündüm. Mariva’yı değil, kendimi.

#Setra
#Otobüs
#Mariva
#Rüya
3 yıl önce
Seksen beş bin
Aynı gemideyiz ama siz dümencisiniz
Kemik testeresi, dublör, ceset yakma fırını vs.
Suriye krizi hayati bir önem arz ediyor...
Kamu âlem birdir bize
Ne olacak bu anne babaların hali?