|
Sen misin yorgun?

“Yorgunum” dedin. Her hikâyenin “yorgunlukla” bitmesi gerektiğine dair o anlamsız inancı nereden edindiğini bir kez bile düşünmeden, elindeki bıçağı sapladığın yerin kanayacak olmasını umursamadan, birini öldürmeyi öylesine telaşsız, öylesine soğukkanlı şekilde başarabilmenin katillikten başkaca bir anlam taşımayacağını hesaba katmadan durdun ve öyle dedin işte: “Yorgunum.”



Bu kelime, aslında kelime değil, bu cümle üzerine düşündüm. İlk ulaştığım sonuç şu oldu. Yorgundun ve yorgun olman sana yalnız kalma hakkını doğal olarak veriyordu. Burada böylece her şeyi yüzüstü bırakma hakkın oluyordu yorgun olarak.

Eh, kim olsa anlayış gösterirdi yani. Kim olsa “madem bunca yoruldun ve madem yalnızlık yorgunluğuna iyi gelecek. Peki” deyip başını eğer, usul usul yürürdü.

Fakat şu kadarını fark etmem çok uzun sürmedi. Yalnızlık insanın yorgunluğunu azaltmaz, artırır. İnsanın yorgunluğunu yine ve kesinlikle bir başka yorgun anlayabilir ve alabilir böylece o yorgunluğu. Hem insan insanın zehrini de alır. İnsan insanın gönlünü de…

Tekrar düşündüm o cümle üzerine. Belki de şuydu değil mi? Sen yorgundun ve yorgunluğunun sebebi üzerine uzun uzun düşünerek, seni yoranın kim olduğunu buldun ve ona dedin ki: “Yorgunum.”

Evet ve elbette olabilir, başa gelebilir bir şeydi bu. Seni yoruyor olabilirdim. Yorgunluğunun sebebi olabilirdim. Bilerek ya da bilmeden… Bilerek olsa sıkıntı büyük tabii... Fakat bilmeden bile olsa ne fark eder? Sonuçları bakımından değişen ne var ortada? Hiçbir şey.

Hayır. Seni yormuş olamam. Çünkü aramızdaki kelimenin ne olduğunu gözlerin gözlerime her uğradığında, tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde apaçık, yüzyıllardır orada duran tozlu bir heykelin varlığını bildiğim gibi biliyorum. “Üç harf, beş nokta” dermiş eskiler. Üç harf beş nokta… Mecnun’un Mushaf’ı hatmedememe nedeni… Yunus’un “kıymetli, hürmetli, devletli, hikmetli, firkatli, kuvvetli, key odlu, lezzetli” dediği. Niyazi Dede’nin “derdine düşen şahın tahtı tarumar olur” diye vasfettiği. Zarifoğlu’nun “bacın da bazlama yağlasın” diye tanımladığı. Özel’in üzerine ondan başka muska takmadığı… Ve en nihayet Erdem Bey’in “bir adı da yorulmamaktır” diye tarif ettiği.

Seni yormuş olamam çünkü aramızdaki kelimenin bir adı da yorulmamaktır. Seni yormuş olamam. Seni yormamak için kendimi yorduğum vakidir belki amma başka türlüsü olmaz, olabilemez.

Yine düşündüm o cümleyi. Sonra vazgeçtim düşünmekten. Kafamı duvarlara çarpa çarpa koştum şehrin labirentlerinde. Ben şehirde mi koştum yoksa şehir bana mı koştu? Bilemedim.

Böylece ettim sabahı.

Terliyim kusura bakma. Dokunsan düşecek kadar bitkinim kusura bakma.

“Yorulma” demeye geldim kapına.

Yorulma.

Aramızdaki kelimeye kıyma.

#İstanbul
5 yıl önce
Sen misin yorgun?
Anadolu savunmasını Suriye’den başlatmak
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?