|
Sıkışıp kaldığımız bazı yerler

Önce kimyon, hardal tozu, zeytinyağı, kahverengi şeker, Şili biberi, tuz ve kırmızıbiberden oluşan bir sos yapılır. Tavuğun göğüs etinden kesilmiş parçalar bu sosa bulanır, bir tepsiye dizilip 1 saat fırında pişirilir. Fırından çıkarılan tavuklar tiftiklenerek parçalara ayrılır. Sonra bu parçalara, pişmiş pastırma, taze ve kuru soğan ile barbekü sos ilave edilerek iyice karıştırılır. Ardından bir tepsinin altına tortilla ekmeği dizilir, tortillanın üzerine mozeralla ve birkaç çeşit daha peynirden bir kat yapılır. Bu katın üzerine biraz önce elde edilen harç iyice yayılır. Bu harcın üzerine de peynir ve tortilla konulup tepsi 1 saat bekletilir. Bu arada ekşi krema, rende soğan, Frenk soğanı, maydanoz, mayonez, toz sarımsak, limon suyu ve dereotuyla bir sos hazırlanır. Soğurken bir tam katman oluşturan tepsideki malzeme çıkarılıp üçgen dilimlenir. Bu dilimler una, yumurtaya, ekmek kırıntılarına iyice bulanıp kızgın yağda kızartılır. Bu kızartılan dilimler tekrar bir tepsiye dizilir. Üzerleri bol pizza sosu ile kaplanır. Ardından mozeralla serpilir ve pepperoni dizilir. 5 dakika yüksek ısıda fırınlanır. Biraz önce elde ettiğimiz sosa bandırarak yenilir.



İnternette tarif videosunu gördüğümden beri üzerinde düşündüğüm bu yemek hakkında ne hissettiğimi tam olarak buldum sonunda: Bu yemek değil, günümüz insanının tanımı. Her teknikten, her bilgiden, her olgudan, her yöntemden birer parça alıp sonunda elde ettiği tek çeşit besinle karnını doyurmaya çabalayan insan işte bu, başkası değil. Onca zahmetin, onca emeğin, onca masrafın sonunda “tek çeşit yemek”le öğün tamamlayıp hayatına da “muazzam lezzetli yahu” diyerek devam eden şaşkın günümüz insanının portresi bu yemek.

Soru şu oysa: Bu bir beslenme biçimi midir? Cevapsa şu: Evet ama fevkaladenin fevkinde yanlış bir beslenme biçimidir. Dünyanın en ağır yemeğini en karmaşık yöntemlerle elde ettiğinde geriye bir “lezzet fırtınası” değil, hazımsızlık kalır. Ara ki iyi maden suyu bulasın. Sağlıklı beslenmeye kafa yormak yerine “maden suyu aramakla geçen” hayatlarımız sıkışıp kaldığımız ilk ve en önemli yerdir.

İBB Başkanı İmamoğlu, 3.000’den az, 5.000’den fazla olmamak üzere insan çıkarttı belediyeden. Görünen o ki çıkartmaya da devam edecek. Üstelik çıkarttığı insanların tamamına yakını yönetici, müdür, şef falan değil, dümdüz emekçi. “Kimseyi işten çıkartmayacağız” diye söz vermesine rağmen Sayın Ekrem bunu yapmakta özgür elbette. Ya da şöyle söyleyeyim. Bir politikacının tutmadığı ilk söz değil bu, sonuncusu da olmayacak. Ancak, kimi asgari ücrete kimi 3.000 TL maaşa çalışan bu emekçiler hakkında “ortalama insanın” verdiği tepkiler var ya. İşte onlar sıkışıp kaldığımız ikinci yer. Kendisi de asgari ücrete yahut 3.000 TL maaşa çalışan, bu maaşı iki ay üst üste almasa ekonomik darboğaza girecek insan teki “daha dur, daha bunlar iyi günleriniz, daha yediklerinizi kusturacağız size” yazıyor. Dikkat isterim: Bunu bir müdüre, bir daire başkanına, bir şefe değil; İSPARK’ın otopark görevlisi, çoluğunu çocuğunu aldığı üç kuruş maaşla geçindirmeye çabalayan “standart gariban”a diyor.

“İdeolojik körleşmenin asıl meseleyi unutturması” diyorum ben buna. Bizi gündelik politikanın “kanalizasyona benzer” dehlizlerine tıkıp asıl meselelerimizin hiçbirini ama hiçbirini konuşturmayan tutukluk budur işte. Adil ücretlendirme, kaynaklara eşit erişim, gelir adaletsizliği, sınıflar arası uçurum, alt sınıflar, prekarya korkusu, orta sınıf öfkesi… Hiçbiri ama hiçbiri gündem olamıyor, çünkü ülkemizde taraflar sıra kendilerine geldiğinde diğerini kusturma “fantezisi” ile mutlu oluyorlar. Bu “yanılgılar küresi”nden çıkmamamız ise en çok politikacıların işine geliyor.

Ve sıkışıp kaldığımız üçüncü yer: Ömür Gedik, AVM’lerde ultra kısa şortlarla gezen kızlara “yerine göre giyinme uyarısı” yaptı. Bu uyarıyla da, bu uyarıyı yapanla da zerre kadar ilgilenmiyorum. Beni ilgilendiren tarafı insanların bu uyarının saçmalığı hakkında kurdukları şu berbat özgürlük diskuru… Bugün bir heyulaya, kendisinden başka her şeyi değersiz hale getiren bir mite, hatta efsanevi bir varlığa dönüştürülen “özgürlük” kavramı her türlü “uyarı” için çekilen acayip bir kılıca dönüşmüş durumda. Ne sallayan niçin salladığını biliyor, ne bu kılıcın öldürdüğü insan niçin öldürüldüğünü biliyor. Sadece ve neredeyse içgüdüyle “özgürlük mitosu” etrafında muazzam bir bütünleşme söz konusu.

8 milyar insanın 8 milyar tanımı var özgürlüğün nerede başlayıp nerede bittiğine dair. Oysa bugün dünyada, insanlık tarihinde hiç olmadığımız kadar çok köleyiz ve bu özgürlük mitosunun bizden gizlediği devasa bir çarkın içinde “birinci sınıf köleler olarak” ölüm korkusunun pençesinde yaşıyoruz. İzaha gerek yok sanırım: Bugünün insanı için ölüm korkusu ‘artık tüketemeyecek olmak’la özdeştir. Tüketememeye başlarsan ölürsün.

Buradan devam etmek isterim ama yerim dar. Sadece şunu söylemek şart. Bugün insanın söylemeyi ölümüne reddettiği o cümle şudur: “Bir şeyle mukayyetiz, serbest değiliz efendim”.

#İnternet
#Ekrem İmamoğlu
#İBB
#Ömür Gedik
5 yıl önce
Sıkışıp kaldığımız bazı yerler
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi