|
Umudumuz aynı, adımız yeni: Şiir Versus

“Bir dergi çıkarma” yahut “bir derginin içinde bulunma” fikri ciğerime değeli beri 29 yıl geçmiş aradan. 16 yaşında, lisede bir grup arkadaşla “dünyayı kurtaracak bir dergi” hayali kurdum kuralı, dünyayı kurtarma işinin kendisiyle iştigal etmekteyim.

Hikâyesi uzun… Bu dünyayı kurtarma işinin Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin koridorlarında adı Çetele oldu, Fethipaşa Korusu’nun bahçesinde adı Kaknüs oldu, Ankara’da bir apartman dairesinde adı Hece oldu, Kadıköy’de ağzına kadar kitap dolu bir ofiste adı Yedi İklim oldu, telefonun diğer ucunda adı Atlılar oldu, Çengelköy’de bir sahur masasında adı Cins oldu. Kiminde sadece eserim yayınlandı, kiminin yayın kurulunda oldum, kiminin yayın yönetmeni…

“Dünyayı kurtarmak” dediysem burasını doğru düzgün anlatmayı denemeliyim. Her edebiyat dergisi, kabiliyetinin toplamı kadar “dünyayı kurtarmanın” peşindedir. Politikanın dehlizlerinde, marketlerin kasa sıralarında, plazaların mağara ağzına benzeyen kapılarında, araba egzozlarında, trafik ışıklarında, alışveriş portallarında çürüyüp gitmekte olan insana, o biricik varlığa uzatılmış bir can simididir edebiyat dergileri. “Dikkat, ölüyorsun” der insana, “ dikkat, çürüyorsun.”

Çünkü uzun süredir insan çürümenin tarihidir de bir bakıma. Bu çürümeyi bütün bütün durdurmanın bir yolu yoktur elbet, keşke olsa. Sadece çürümeyi yavaşlatmak, bazı alanları temiz tutmak, bazı alanları “nefes alınabilir” hale getirmek mümkün olabilir. Bir edebiyat dergisinin asli vazifesi budur.

Bu ancak, “temiz bir alan”da icra edilebilecek bir vazifedir. Dikkat isterim: “Steril bir alan” değil, “temiz bir alan.”

Bir grup yetenekli gencin etrafına inşa edilen ve kaptan köşkünde Furkan Çalışkan’ın oturduğu Şiir Versus, sözünü o “temiz alan”dan söyleme niyetiyle çıktı okurun karşısına.

Şiirden başlayıp şiirde kalan, dünyaya sözünü şiir üzerinden söyleyen bir dergi Şiir Versus.

Şiirin, her türden yıpranmaya ve çürümeye karşı bir alan oluşturduğunu ismiyle de içeriğiyle de ihsas ettiren Şiir Versus, bir bakıma “birinci sınıf” bir yolculuk vadediyor okurlarına.

Derginin ilk sayısındaki şiirlerin şairlerini kabaca üçe ayırdım zihnimde okurken. İlk grup Cevdet Karal, Ahmet Murat, Murat Güzel, Salim Nacar, Furkan Çalışkan, Yahya Kurtkaya gibi tecrübeliler… Bu isimlerin yeni şiirlerini okumak her zaman çok güzel…

Üçüncü grup M. Burak Çelik, Ahmet Emerce, Can Acer, Yusuf Aydın, Ahmet Ölmez, Zulal Yılmazer gibi genç şairler. Bu gencecik şairlerin kendi şiirlerini nereden alıp nereye götüreceklerini takip etmek de büyük güzellik malum.

Fakat bana öyle geliyor ki her ay iple çekerek bekleyeceğim asıl grup ikinci grup. Derginin yazı, söyleşi vd. asıl yükünü de yüklenmiş görünen, her birinin ilk kitapları geçtiğimiz yıl çıkmış bir “çelik çekirdek” kadro. Yani Rıdvan Tulum, Samed Karataş, Ali Oturaklı, Enes Kılıç ve Mehmet Emin Küçüker’den oluşan kadro.

Bana kalırsa bu kadro, ilk sayıda ortaya koydukları şiir ve yazı kaliteleriyle de, yaptıkları oturum ve söyleşilerle de “Türk şiirinin gideceği yeri” işaret etme kabiliyetleri olduğunu göstermişler. Tembellik etmezlerse, zihinlerini derli toplu tutmayı başarabilirlerse ve en önemlisi emek vermeye devam ederlerse Türk şiirinin yönüne dair bir inisiyatif kullanma şansları olabilir. Bu da benim gibi “her kuşağın kendi sözünü söylemesi gerekir” fikriyle mücehhez biri için oldukça heyecan verici bir deneyim olur. Şair kapı açmaz, yol açar çünkü.

Rıdvan Tulum’un, Şiir Versus’un ilk sayısında yayınlanan dizleriyle bitireyim:

“bu adam, bu kadın… önce taştı, örüldü sonra.

oğullara iş, kızlara bir yuva verelim diye

devlet bildiler inşaattaki kalfayı.”

#Şiir
#Umut
#Şair
4 yıl önce
Umudumuz aynı, adımız yeni: Şiir Versus
Kim kutuplaşmıyor ki?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?