|
Sen de anlasaydın ya Mona Rosa

Bir şair hayata veda etti. Koca bir şair.

Gençliğinden itibaren yıllar boyunca şiirleri dilden dile, elden ele dolaşsa da, meydanlarda okunsa da şairlik onun için küçük bir süs sayılır.

Fikir adamlığı çok daha ağır basar.

Düşüncesi, çağları kucaklayacak kadar büyük ve güçlü.

Çiçek olsa, her mevsim açan yediveren gülü; ağaç olsa, tek başına bir ormandır Sezai Karakoç.

*

Üzüldük, gözlerimiz doldu tabii.

Fakat ona değil, kendimize üzüldük.

“Uzatma dünya sürgünümü” demişti. Duası elbette kabul edilecekti ama yapacağı çok iş vardı. Yazacağı kitaplar, konuşacağı sözler…

Bütün kiriyle pasıyla, dünyayı bize bıraktı.

Güzelleştirmek için aralıksız, yılmadan mücadele ettiği dünyayı.

*

Büyük hayalleri vardı.

Ufkunun genişliğini anlamak bile bir seviye gerektirir.

Gençliği döneminde ülkemiz geri kalmışlık, az gelişmişlik kıskacındaydı.

O büyük hayalleri kurmak, düşündüklerini herkese aşılamak, umutsuzluğu kırmak, ideallerini paylaşmak, kesinlikle sağlam bir inanca sahip olmasına bağlı.

Ondaki inancın ne kadar sağlam olduğuna, cenaze törenine katılan büyük kalabalık şahittir.

Uzakta olup gelemeyen fakat eserlerini okuyanlar şahittir.

*

Geniş ufuk, ileri görüşlülük, adanmışlık…

Yüksek seciye, kararlılık ve özgüven…

Tevazu, gayret, sabır, inat…

Sezai Karakoç üstadın görünen birkaç özelliği.

Hepsinin başında sayılması gereken güçlü bir iman.

İnsanlara karşı sevgisi saygısı ve hak konusundaki titizliği tanıyan herkes tarafından bilinir.

Hiç kimse “benim onda hakkım kaldı” diye bir cümle kuramaz.

O kadar çok dikkat etti hayatı boyunca.

Hâl böyleyken, Şehzade Camii avlusunda hoca sorunca hangi hakkımızı helâl ettik, bilinmez.

*

Kıymetli arkadaşlarım Şaban Abak, Mehmet Ali Verçin, Nahit Üsküplü, Halil İbrahim Kaymak ve merhum Hamit Can sayesinde üstadla tanışma imkânı bulmuştum.

İlk görüşüm ise Kadıköy’de bir kahvehanenin bahçesinde oldu.

Birkaç arkadaş çay içmek niyetiyle bahçeye oturduğumuzda, yan masada Sezai Bey’i gördük.

Her zamanki gibi dalgın, kendi hâlindeydi.

Yanına gidip selâm vermek kolay değil.

Rahatsız etmekten çekindik. 90’ların başıydı.

*

Daha sonra bu yakaya taşındı. Komşu olduk. Aramızda beş yüz metre yoktu.

Birkaç defa son yıllarını yaşadığı evinde, parti merkezindeki sohbetlerinde ve yayınevinde görüşme şansı yakaladım.

Fakat onu görmek demek, bir odada beraberce oturup sessizliği paylaşmak, sohbetini dinlemekten ziyade eserlerini okuyup anlamak olsa gerek.

*

“Mezarlardan bile yükselen bir bahar” olduğunu biz ondan öğrendik.

Kaderin üstünde bir kader olduğunu da.

“Göklerden gelen bir karar vardır” dediğinde içimiz titredi.

“Geceyi onaran bir mimar”dan bahsetmeseydi, belki de geleceğe bu kadar umutla bakamazdık.

*

Gün batımlarını dert etmedik o yüzden.

Battı gitti diye dövünmeyi isyan bildik de yanaşmadık.

“Merhamet adlı bir çınar vardır” demiş, yüreğimizi ve ufkumuzu genişletmişti.

“Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer” müjdesi verdi hepimize.

Ondandır yenilmekten korkmaz oluşumuz.

Yanmak bile dert edilemezdi, işittik ve inandık; külümüzden bir hisar yapılacaksa.

Yeter ki o hisar sağlam olsun.

Ne olurdu, sen de biraz anlasaydın ya Mona Rosa? O şiir kaybolmazdı ki.

#Sezai Karakoç
#Şaban Abak
#Mehmet Ali Verçin
#Nahit Üsküplü
#Halil İbrahim Kaymak
2 лет назад
Sen de anlasaydın ya Mona Rosa
Hayat dile yansır
Kara dinlilerle milletin savaşı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar