|
Kahvede buluşamazsak, Fatiha’da buluşalım

Genç bir şair, yazdığı fetih şiirini okur. İstanbul’un fethini anlatırken, padişahın kahve içtiğinden bahsetmektedir. Ârif Nihat Asya beğenmez. Genç şair ise şiirini savununca, Ârif Nihat “Evladım” der, “Türkler İstanbul’un fethinden yüz yıl sonra kahve ile tanıştılar. Sen nasıl Fatih’e kahve içirtebilirsin?”

*

Kahvenin İstanbul’a 16. Yüzyıl başlarında Kanunî döneminde Habeşistan valisi olan Özdemir Paşa tarafından Yemen yoluyla getirildiği rivayet edilir.

İstanbul’da ilk kahvehanenin Tahtakale’de Halepli Hakem ve Şamlı Şems adlı iki ortak tarafından 1554’te açıldığı bilinmektedir.

Yemen’in Mokka şehrinden yola çıkan kahve, öncelikle İslam dünyasına yayıldı.

İlk zamanlar, sarayda ve konaklarda içilen kahve, çok sevilmiş ve halka yayılmış.

Avrupa ise 2. Viyana kuşatmasından sonra kahve ile tanışır.

*

Haldun Hürel’in “Anlat İstanbul” adlı eserinden, bazı fakirlerin de kahvehanelerin bir köşesine yerleştiklerini öğreniyoruz.

“Yoksullar kahvehanelerde para vermeden otururlar, kimse onlara müdahale etmez, kovmazdı. Kahvehanelerde o kişilerin oturduğu bölüme ‘Allah kerim yerleri’ denirdi.

Ayaktakımı kahvesi, âşıklar kahvesi, bekâr kahvesi gibi mekânlar vardı.”

*

Kütüphanesi bulunan kahvehaneler dolayısıyla bir dönem “Kıraathane” ismi de kullanılmıştır. Okuma evi anlamına gelen bu kelimeye artık nadir rastlanıyor.

Son iki yüz yıl içinde, İstanbul’un meşhur kahvehane/kıraathaneleri arasında Fevziye Kıraathanesi, Darüttalim Kıraathanesi, Elif Kıraathanesi, İhsan Kıraathanesi, Hacı Reşit Çayhanesi, Eftalikus Kahvehanesi, Sarafim Kıraathanesi, Acemin Kahvesi sayılmaktadır.

Bunlar aynı zamanda kültür hayatımızın da önemli mekânlarıdır.

Ayrıca daha yakın dönemde Küllük, Meserret ve Marmara Kıraathanesi yazar ve şairlerin toplanma yeri olmuştur.

Bu konuda en iyi çalışma kıymetli yazar Cem Sökmen’in “Eski İstanbul Kahvehaneleri” isimli eseridir.

*

Çanakkale ve Yemen romanlarını yazan Mehmet Niyazi ağabeyimiz, Marmara Kıraathanesi müdavimlerini anlattığı kitaba “Deliler ve Dahiler” ismini uygun görmüştür ki bu isim bile oraya gelenler hakkında bilgi sahibi olmaya yeterlidir.

Bendeniz Marmara Kıraathanesi’ne birkaç defa uğrayabildim. Bizim kuşağın toplanma mekânı Çorlulu Ali Paşa Medresesi idi.

Orası gittikçe turistik hâl alınca, yavaştan yan taraftaki Sinan Paşa Medresesi’ne geçtik. Çorlulu’da iken bir gün Mustafa Kutlu “Gel bak şuraya bakalım” dedi.

Sinan Paşa’nın avlusu inşaat yeriydi.

“Buradan kaç kamyon moloz çıkarıldığını tahmin edemezsin” dediğini gayet iyi hatırlıyorum.

Temizlik bitince, bir tarafı İlesam Lokali oldu. Açılış öncesi Ankara’dan gelen İlesam Başkanı Yahya Akengin ile mekânı dolaşmıştık. Medresenin diğer tarafı da Balkan Dernekleri’ne aitti.

Bazı tatsız hadiselerden sonra orası kapandı ve bizim takım, Kızlarağası Medresesi’ni hizmete açan Türkiye Yazarlar Birliği’ne ve Türk Ocağı’na doğru ilerledi.

*

Rahmetli Mehmet Niyazi ağabeyimizin Deliler ve Dahiler’i bitirmek üzere olduğu günlerde, Yazarlar Birliği’nde otururken, Cemal Anadol, “Kitapta ben de var mıyım?” diye sormuş ve görmek istemiş.

Niyazi ağabey müsveddeleri vermiş, Cemal Bey de okumuş ve “Tamam demiş, “İtirazım yok, basılabilir.”

Bu sahneye şahit olan Mustafa Kutlu şöyle bahseder: “Herhalde dünyada böyle yayınlanmış başka bir roman yoktur. Kahramanlarından birinin onayı alınıyor, kitabın basımı için izin çıkıyor.”

*

Beyazıt meydanındaki Marmara’dan başlayıp Çorlulu Ali Paşa, Sinan Paşa, Türk Ocağı, Kızlar Ağası diye ilerlediğimizi fark edince, bir gün arkadaşlara şöyle söylemiştim: “Yavaş yavaş denize doğru gidiyoruz. Birileri çaktırmadan bizi denize dökmeye mi niyetlendi, nedir?”

Yanımda Nusret Özcan’la Yusuf Özaslan mı vardı, Ebubekir Kurban’la Erol Olçok mu, kim bilir…

Şakaydı, neredeyse gerçek oldu.

O ekiptekiler şimdi nerede diye sorsak, uzun bir liste hâlinde saymak gerekir.

Kimi başka yerleri mekân tuttu, kimi başta Ankara olmak üzere başka şehirlere, başka ülkelere gitti. Bazıları koronadan çok önce evlerine çekildi. Kimilerini de toprağa verdik.

İncelen ipi kopmuş tespih taneleri gibi dağıldık. Toplamak ne mümkün!

Fatih’te kahvede buluşamazsak, Fatiha’da buluşuruz.

#Arif Nihat Asya
#Fatih
#Nusret Özcan
#Erol Olçok
4 yıl önce
Kahvede buluşamazsak, Fatiha’da buluşalım
Korkmuyoruz
Ulemanın görevi
İnsana dost olmayan ağaca dost olmaz
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?