|
Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar

Önce hedef kişi seçilir. Cüzdanı kabarık biri… Yahut bankadan beri takip edildiğinden, üzerinde para taşıdığı düşünülen kişi…

Çete üyeleri onun etrafında pozisyon alır.

Kalabalık arasında aynı hızla yürümektedirler.



Ekipten biri karşıdan gelirken, dalgınlıkla ona çarpar.

Çarptığı anda ya elindeki telefonuyla ilgilenmektedir, bütün dikkatini ona vermiştir ve o yüzden görmemiştir yahut başka bir şeyle oyalanmaktadır.

Son derece kibar şekilde özür diler. Çok pişmandır.

Ellerini havaya kaldırarak, karşısındakine temas etmeden, pişmanlığını bildirir.

Herhangi bir yankesicilik olayı aklına gelmesin, kendini mağdur hissetmesin diye gürültücü şekilde özrünü dilemektedir.

Dikkatler çarpan kişinin üstündedir fakat o kurban kişiden uzak durmaktadır. Ne kadar da kibar biridir.

Çarpışma sırasında çetenin bir başka üyesi, el çabukluğuyla cüzdanı veya para destesini kurban kişinin cebinden alır.

Aynı anda, biri şamata yapar, çarpan kişiye çıkışır: “Dikkatli olsana kardeşim” vs.

Parayı çalan, şamatanın yaşandığı yere hızla yaklaşan üçüncü kişiye gizlice verir.

Hızla yaklaşan, kimseye belli etmeden hızla uzaklaşır. Her halinden bellidir ki acelesi vardır. Zaten olayın dışında görünmektedir.

*

Kurban şayet tezgâha geldiğini, cebindeki paranın çalındığını anlayacak olursa, karşısındakini suçlayamaz.

Öyle bir tahminde bulunup cebini yoklarsa ve paranın yerinde yeller estiğini görürse, çarpan kişi sadece çarpmış ve bir daha temas etmemiştir.

Elleri de ortadadır.

Zaten bir elinde telefon vardır.

Üstündeki kıyafet son derece sade, ince ve çalınan parayı saklamaya müsait olmayan türdendir.

El çabukluğuyla parayı alanın da üstünde bir şey bulunmamaktadır.

Mağdur kişi, hislerine güvenerek ona “sen aldın” dese, onun da üstünde cüzdanı veya bir deste parayı saklayacak cep bile yoktur.

Biri çarpıcı.

Biri çalıcı.

Bir diğeri, dikkat dağıtmak için ‘şamatacı’ olarak üstüne düşen görevini yürütürken, parayı taşıyan çete üyesi (ona da taşıyıcı diyelim) en az iki yüz metre uzaklaşmıştır.

*

Sonra ne olur?

Bir araya geldiklerinde parayı bölüşürler mi…

Olaya hiç karışmayan, uzakta duran bir çete reisi vardır da gidip ona mı teslim ederler, taksimat onun keyfine göre mi yapılır…

Orasını bilemeyiz.

Biri çarptı, biri çaldı, biri yürüttü…

Biri de hani bana, hani bana mı dedi?

Çalıp çırpmak dedikleri bu mu ola lala?

*

Ne var ki bu tür tezgâhlar, şehrin kalabalık caddelerinde ve meydanlarında defalarca tekrarlandığı için, polis bu yöntemi çok iyi bilmektedir.

Kamera kayıtları vardır, hepsi incelenir.

Öncesi ve sonrasıyla nereden geldikleri, nereye gittikleri, nerede ne zaman buluştukları ortaya çıkar.

Titiz çalışma neticesi çete çökertilir.

Her yerde güvenlik kameraları olduğunu artık çocuklar bile biliyor fakat bu hırsızlar, yine de vazgeçmiyor.

İşin içinde sanat da var. Rol kesiyorlar.

Heyecan var, adrenalin meselesi.

Bir de güven var ki o hepsinden önemli. “Biz yakalanmayız” salaklığı.

*

31 Mart şaibeli İstanbul seçimi biraz buna benzedi.

Birileri tezgâh kurdu, tıkır tıkır işletti.

Belki çarpan başka, çalan ve yürüten başka, netice itibariyle bundan faydalanan başka.

Ancak, kayıtlar var ortada. Sandıklar var. Onlar yok edilemez.

Geliyoruz hep aynı tekerlemeye: Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar.

#Çete
#Hırsızlık
#31 Mart
#Seçim
5 yıl önce
Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?