İşte şimdi satırlara döküyorum. Geçmiş zamanlardan beri bu dramatik durum hakkında çok yazılmış, çok söylenmiştir. Akılda kalsın diye bir kaçını aktarıyorum:
Kadrini seng-i musallada bilip ey Bâkî / Durup el bağlayalar karşında yâran saf saf. Neyleyeyim ki Bâdı harâbu’l-Basra / Gevherî’nin kadrin bilirsin güzel
(Gevherî),
İtibar olmazmış yüze gülene / Canım kurban olsun kadir bilene
(Erzurumlu Emrah),
İzmit’in köprüsü betondur beton / Nasıl kadrin bilmez yanında yatan / Sensin gece gündüz gözümde tüten
(Orhan Veli),
Ah kadrini bilmediğim günler / Koklamadan attığım gül demeti
(Cahit Sıtkı). Elbette ki öncelikle insan kadri bilinmelidir. Ancak iş bununla bitmiyor. Ötekilerin de bir kısmını sayalım.
kadri bilinmelidir. Hastalık gelince iş işten geçer.
kadri bilinmelidir. Yaşlılıkta “eyvah” demek işe yaramaz.
, eşin, sevgilinin, kardeşin-bacının, hısım-akrabanın kadri bilinmeli; bununla kalmayıp iyi komşunun, dostun, arkadaşın hakkı verilmelidir.
, öğretmenin,
kadri bilinmelidir. İnsan
çevrenin, otun, ağacın, çiçeğin, böceğin kadri bilinmelidir. T
kadri bilinmelidir. Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna ihsan ettiği her güzellik korunmalı, hor kullanılmamalıdır. Elimizde bulunan nimetin kadrini bilmeliyiz.
Şükretmesini bilmeyen hoyrat olur, müsrif olur, hovarda olur, açgözlü olur. Kanaat sahibi olmayan sonunda yokluğa-açlığa mahkûm olur.