|
Sokağın nabzı

İnsanımızın zaman içinde değiştiği, değerlerini kaybettiği, maneviyattan uzaklaştığı şikâyet konusu oluyor. Değişim elbette ki bir realitedir. Ama bu hangi boyuttadır. Üniversitenin, sosyologların, bilim adamlarının bu konuda yeterli araştırmaları olmalı ve bu araştırmalar kendimize has yöntemlerle yapılmalı. Ben burada bilimsel bulunmasa da dört araştırma örneği vereceğim.

1. Tanrı misafiri:
Köyde, kasabada, mahallede, şehirde, herhangi bir semtte bir evin kapısını çalalım. Vakit gecenin bir yarısı olsun. Orta yaşta bir kadın, bir erkek. Giyim-kuşam-konuşma-tavır güven verici. Kapıyı açan kişiye “Biz yolumuzu kaybettik veya arabamız arıza yaptı yolda kaldık” deseler. Mevsim kış, etraf karla kaplı olsa. Acaba kapıyı açanlar bu iki “Tanrı misafiri”ni evlerine kabul edip onları bir gece misafir ederler mi?

Bence yüzde doksan ederler.

2. Kayıp cüzdan:
Şehirde kalabalık bir sokağa bir cüzdan bırakalım. İçinde hatırı sayılacak kadar para olsun, cüzdan sahibinin adı, adresi olsun. Cüzdanı bulanları izleyelim. Kaç kişi cüzdan sahibini arayacak ve cüzdanı ona teslim edecek? Kaç kişi karakola götürecek? Kaç kişi bir sağa, bir sola baktıktan sonra cüzdanı cebine atıp hızla oradan uzaklaşacak? Bence yüzde doksan sahibine teslim edilecek.
3. Yolunu kaybeden kadın:
Kadın mesela Trakya’dan İstanbul’a gelmiş olsun. Adapazarı’na gidecek. Ama vakit geç. Gece yarısını çoktan geçmiş. Sokakta şaşkın-şaşkın dolaşan genç ve güzel bir kadın. Biraz saf galiba. Önüne gelene hâlini anlatıyor. Köylü olduğu her hâlinden anlaşılıyor. Bir akrabasına gelmiş, oradan ayrılıp Harem Otogarı’na gidecek ve otobüse binecekmiş. Trafikte gecikmiş, yanlış vapura binmiş, Kadıköy meydanında inmiş. Telefon yok. Akrabasının telefonunu da bilmiyor. Üstelik cüzdanını-parasını da akrabasında bırakmış. Meydanda kalakalmış. Dokunsan ağlayacak. Bu kadına kim kötülük eder? Kaç kişi onu Harem Otogarı’na götürüp biletini de alarak Adapazarı’na gönderir? Bence yüzde doksan bu kadına yardımcı olurlar. Çok mu iyimserim? Gazetelerin üçüncü sayfasını, televizyon haberlerini hiç izlemiyor muyum? Yoo! İzliyorum. Ama onlar olumsuz, kötü, dehşet verici haber arıyorlar. Olumlu, müspet, ahlâk sahibi kişiler haber olmuyor. Bunu biliyorum. Onların haberleri bu milletin solda sıfırıdır. Bu yüzden tirajları otuz yıldır bir milim artmıyor. Teorik, ütopik laflar bir yana bizzat şahit olduğum bir olayı nakledeyim.
4. Ev sahibi olmanın umulmadık yolları:
Mecidiyeköy otobüs durağında bir kuyrukta bekliyorum. Otobüs gecikiyor, bekleyenler kendi aralarında sohbete dalıyorlar. Önümde yaşları altmışın üzerinde iki kişi konuşuyor. Daha doğrusu biri anlatıyor, öteki şaşkınlıkla dinliyor. Anlatan vaktiyle dağ başında bir arsa almış, tapulu ve ucuz. O yıllar çalışıyormuş, arsasına gidip bakmaya vakit bulamamış. Aradan yıllar geçmiş, emekli olmuş. Ulan gidip şu bizim arsaya bir bakayım yerinde duruyor mu yoksa birileri alıp gitti mi diye yola koyulmuş. Arsasına varmış, bir de ne görsün! Birileri oraya inşaat yapmış, birinci katı çıkmış, ikinci katı çıkıyorlar. Etrafa o kadar ev yapılmış ki orası bir mahalle olmuş. Aklı başından uçmuş. Demiş, bi dakka arkadaş, ne oluyor burada? Muhatapları bir yandan çalışıyor, bir yandan adama laf yetiştiriyorlarmış. Hiiç, demişler; görmüyor musun ev yapıyoruz. Bunlar genç imiş. Adam demiş sizin bir büyüğünüz var mı, onunla konuşayım. Var demişler, babamız, bak aşağıda kireç kuyusunun başında. İnmiş adam gitmiş ötekinin yanına, selam-sabah, sonra demiş arkadaş bu işte bir yanlışlık var, burası benim tapulu arsam, siz buraya nasıl ev yaparsınız, hiç sormadınız mı? Karşıdaki tapu nerede, diye sorunca çıkarıp göstermiş. İnşaatın sahibi yumuşak bir adammış. Meseleyi anlatmış. Bunların akrabaları buralar hazine arazisi diye çevirip birer ev yapmış. Gelin siz de yapın demişler. Adamın arsası sınırda imiş, orayı hazine arazisidir diye kabul edip temeli atmışlar. Sonrası malum, ne arayan var ne soran.

Ee!.. Şimdi ne olacak demiş mal sahibi. Mahkemeye mi gideceğiz? Yok demiş öteki gülerek, oğullarına seslenmiş, çay getirin, sandalye getirin. Çayları içmiş, sigaraları yakmışlar. Evi yapan şöyle bir teklif getirmiş: Mahkemeye ne lüzum var. Gideriz tapuya, arsa senin, inşaat benim kaydını-kuydunu yaparız. Ben sanki müteahhit olmuş olurum. Bir kat çıktık, bir kat daha çıkıyoruz. Üstü senin, altı benim olur. Nasıl? Beriki elini çeneye atıp düşünmüş. Evet arsa var ama ev yapacak para yok. İşte adam sana hazır daire veriyor, anlaşın, anlaşın. Tamam demiş, olur. Öteki sevinerek bir çay daha gönderin demiş sigaraları tazelemişler. “Ya, efendi işte böyle durup dururken ev sahibi oluverdik, iyi adamlar, kaç yıldır beraber oturuyoruz, şimdi eve gidiyorum”, dedi anlatan. Otobüs de geldi.

Türkler pratik ve pragmatisttir. Bunu bilin. Bu yüzden bizden filozof çıkmaz.

Bizden “hareket adamı” çıkar. (26 Ocak 2011).

#Şehir
#Adapazarı
#Mecidiyeköy
#Mustafa Kutlu
1 yıl önce
Sokağın nabzı
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?