|
‘Su’dan sözler

(Bu yazı yirmi yıl önce bu sütunda yayımlanmış. “İklim krizi” ve Marmara’da “müsilaj” münasebeti ile ibret-i âlem için yeniden yayımlıyorum)

Bu hikâyeyi bu sütunda belki de anlattım, ama olsun, tekrarında fayda var. Efendim bendeniz orta öğrenim sırasında resme meraklı idim. Lise bitince o yıllarda imtihanı ayrıca yapılan İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavlarına girmek için bir posta treni ile üç günde İstanbul’a geldim. Yanında kaldığım akrabalardan biri beni lokantaya götürdü. Oturduk, yemek bekliyoruz, dikkatimi masada duran su şişeleri çekti, sordum:

– Bunlar nedir?

– Menba suyu.

– Normal su yok mu, hani sürahiyle her masaya içilsin diye konur ya.

Akrabamız güldü. “O da var dedi”. O yıllarda Terkos suyu musluklardan akıyor ve içiliyordu. “Ama bu başka, bu parayla, iyi su yani” diye şişedeki suyun sırrını açıkladı.

Şaşırmıştım.

Allah’ın suyu, hem şişeye girmiş, hem de parayla satılıyor. O yıllarda Anadolu’da suyun parayla satıldığı görülmemişti. Şişeye girse girse ilaç girebilirdi. Ne bilecektim ki temiz içme suyu seneler sonra ilaç gibi şişeye girecek. Altmışlı yılların başlarıydı. Yıllar geçti, su ticareti aldı yürüdü, şimdi bir pet şişe su beş yüz kâğıt.

Deniyor ki dünyada içme suyu kaynakları azalıyor. Yeraltı suları giderek kirleniyor. Yakında çıkması muhtemel “su savaşları” petrol uğruna yapılan savaşlardan daha şiddetli olacak. Ülkemizde durum nedir?

Bu meseleye nasıl baktığımı, su kaynaklarımızın ne durumda olduğunu bir gazete haberini aynen aktararak veriyorum:

“Türkiye, su kaynaklarını sadece su kaynağı olarak değil, bir tür ‘açık kanalizasyon şebekesi’ ya da ‘sanayi atıklarını uzaklaştırma borusu’ olarak görüyor.

Çevre Bakanlığı’nın su kirliliğinin en önemli etkenlerinden biri olan evsel ve endüstriyel atık suların arıtımıyla ilgili verilerine göre, 3 bin 215 belediyenin sadece 141’inde kanalizasyon sistemi bulunyor. Kanalizasyon sistemi bulunan ‘şanslı’ belediyelerden sadece 43’ü arıtma tesisine de sahip.

Bu verilere göre, Türkiye’de kanalizasyon sularının yüzde 98.67’si ‘hiç arıtılmaksızın’ ırmaklara, göllere ve denizlere bırakılıyor.

Türkiye’de endüstriyel işletmelerin yüzde 81’inde arıtma tesisi ‘yok’. Arıtma tesisine sahip işletmelerin yüzde 84’ü kamunun.

Arıtma tesisine sahip organize sanayi bölgelerinin oranı yüzde 14. Türkiye’de turistik tesislerin yüzde 81’inde, endüstri kuruluşlarının yüzde 98’inde arıtma tesisi bulunmuyor. Arıtma tesisine sahip endüstri kuruluşlarının bir kısmı yetersiz, bir kısmı ise çalışmıyor. Türkiye’de yılda, endüstriden kaynaklanan 930 milyon metreküp ‘zehirli ve ağır metaller içeren atık su’ üretiliyor. Bu zehirli atık suların sadece yüzde 22’si tesislerde arıtılırken, yüzde 78’i doğrudan göllere, ırmak ve denizlere veriliyor.”

Artık çocuk yaşımızda bütün bir yaz yüzdüğümüz Kızılırmak, Sakarya, Menderes, Meriç ve öteki nehirlerimiz simsiyah-zehir akıyor. Ve bu manzara memleketin sanayileşmesi, kalkınması için yapılan işlerin sonucu imiş. Hayatın temel unsurlarını; havayı-suyu-toprağı yok ederek, zehirleyerek yürütülen kalkınmaya, kazanılan konfora lanet olsun. Bu kabil sözleri “su”dan sayanları da Allah ıslah etsin.

#Çevre Bakanlığı
#Müsilaj
#Terkos
2 yıl önce
‘Su’dan sözler
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset