|
El emeği, göz nuru

Rahmetli dedem Mustafa Nedim Efendi Osmanlı devrinde küçük bir devlet memuru imiş; o yıllarda Erzincan’a bağlı olan Pülümür kazasında çalışıyormuş. Rus ordusu Tercan’a geldiğinde vefat etmiş ve Pülümür’e gömülmüş. Mezarını bilmiyoruz. (Galiba 1917 yılı) Babaannem Ayşe Hanım uzun boylu güçlü kuvvetli, Baciyan-ı Rum’dan bir yiğit hanım idi. İki oğlan, iki kız dört çocukla dul kalmış. Rus korkusu bir yandan, Ermeni zulmü öte yandan tüm Erzincan havalisi muhacir olup yollara düşmüş. Ayşe Hanım’a bir kağnı arabası vermişler. Babam çocukların en büyüğü imiş, on iki yaşında. Ayşe Hanım dört çocukla tek başına o günlerin şartlarında o dağları nasıl aşmış, kaç ayda Sivas’a ulaşmış, uzun hikâye. Uzun kış gecelerinde, odun sobasından gelen çıtırtılar arasında o anlatır, biz dinlerdik. Neyse ki Rusya’da Bolşevik İhtilali çıkmış ve Rus ordusu geri gitmiş. Ayşe Hanım’ın Singer marka bir el dikiş makinası var. Sivas’ta onunla askeriyeye iç çamaşırı dikerek geçinmiş, babam bu arada Rüştiye mektebinde okumuş. Neden sonra Erzincan’a dönmüşler. El makinası daha sonra rahmetli anneme intikal etti. O da terziliği Ayşe Hanım’dan öğrenmiş. Kadere bak, annem de eşini genç yaşta kaybetti, dört çocukla dul kaldı. Ben ilk mektebi yeni bitirmiştim. El makinası imdada yetişti, rahmetli annem onunla köyde-kentte terzilik yaparak biz çocuklarını büyüttü.

Makina bir hatıra olarak en küçük kızkardeşimdedir. Tarım toplumunun makinaları kol gücü ile çalışıyordu. Buna tabiatın dost güçlerini katalım: su, rüzgâr ve hayvanlar. El tezgâhları, harman makinaları, değirmenler. Kullanılan âlet ve eşyalar “evlâdiyelik” sıfatı ile anılır, dededen toruna intikal ederdi.

Bunlarda bir insan sıcaklığı, hatıralar toplamı, iylikler, güzellikler, birikmiş bir sevgi yumağı bulunurdu. Atmaya kıyamazdınız. Günümüzün tüketim toplumunda yeni model çıkınca eskisini atmak kanundur. Çöp dağları bu sebeple oluşmaktadır. Geri dönüşüm %5’dir.

Giysilere yama yapılır, ayakkabılara pençe vurulur, el örgüsü yün çoraplar ucundan topuğundan delinirse gözenerek yenilenirdi. Fakir miydik, bilmiyorum. Ama aç ve açıkta değildik.

Henüz ne naylon, ne melâmin vardı. Tahta kaşık, yer sofrası, tandır ekmeği, tencerede pişen yemek kapağında yenirdi.

Biz çocuklar tandır ekmeğinin kalınca gelen kenarlarını yemez artırırsak, ninem onları ziyan etmezdi. Bir geniş bakır sahana dizer, üzerine tereyağı, bol soğan, yumurta, domates-biber karışımı bir sos dökerek “tirit” yapar sofraya koyardı. Evimizden çöp çıkmazdı. Meyve sebze kabukları ineği olanlara, yemek artığı olursa kemiklerle beraber kapı itlerine verilirdi.

Bu geçmiş zaman tablosundan çıkarılacak sonuç şudur: Yılan bile toprağı kanaatla yalar. Toprak tükenir mi?

Tükeniyor işte.

Tüketim toplumu öte dünya inancını kaybetmiş, bu dünyaya hakim olma ihtirası ile yanıp tutuşan sanayileşmenin, endüstri ve teknolojinin, kanla-zulümle kazanılmış zenginlik ve refahın, aşırı üretim, bolluk ve sefahatın eseridir.

Nefs-i emmareye hitap eder.

Doymak bilmeyen nefis insanı ve tabiatı sömürerek sonsuz kâr peşinde koşar.

“Tüketici” nedir? Bu toplumun varlığını devam ettirmekle görevli bir nefer. Kahveci, odacı, mezarcı gibi bir meslek. İşçi dahi artık işi makinaya, fabrikaya devredip usta olduğundan aynı zümreye dahil olmuştur. Bu düzende parsayı toplayan patrondur. İnsanoğlunun çevresi eşya ile kuşatılmıştır. Ufku kapalıdır. Kainatın ve tabiatın mevsimlerle beliren ilahi ritmini duyamaz, göremez. Kesrete boğulmuştur. Hayatı yorumlarken tek bir ölçü kabul ederiz: Âmentü’ye inanıyor musun, inanmıyor musun?

Varlık-yokluk, üretim-tüketim, devlet-millet, fikir-felsefe, siyaset-ticaret-hukuk-sanat vb. bu soruya verilecek cevap ile vücut bulur.

“Çevrecilik” kapitalizmin fiyakasıdır. Dünyadaki plastik fabrikaları kapatılmaz ise okyanuslar altındaki çöp dağları büyümeye devam edecek. Anasır-i erbaanın toprak, su, hava gibi temel unsurları zehirlenerek yok ediliyor. İnsanoğlu mukadder akıbeti karşısında dehşete düşüyor. Ömür uzuyor ama alzheimer da çoğalıyor.

Eski Roma’nın zenginleri ihtişamlı ziyafet sofraları düzenlermiş. İşret ve sefahat sabahlara kadar sürermiş. İnsanları arslanların önüne atarak parçalanmasını zevkle seyreden bu adamlar yese yese ne kadar yiyebilir. Midenin de bir istiab haddi var. Efsaneye göre yediklerini kusar, sonra yeniden yemeye başlarlarmış.

Ünlü İtalyan yönetmen Fellini’nin Roma (1972) adlı filminde böyle bir ziyafet sahnesi vardır. Üstat herhalde bu sahne ile kapitalizmin iğrenç çehresine işaret etmek istedi. Tüketim toplumunun üretimi ile tüketimi aynı zihniyetin eseridir, birbirini doğurur. İdeoloji teknolojiyi, teknoloji ideolojiyi besler, büyütür. Bunun adı kapitalizmdir. Günümüzde “teknokapitalizm”e dönüştü. Küresel sermaye teknolojiyi ideolojinin önüne geçirdi. Artık ABD ile Çin arasında fark kalmadı.

Çin’in Vuhan şehrinde koronadan kurtuluş için bir havuz partisi verilmiş. Zavallı Çinliler ABD hayat tarzını, müziğini, dansını, partisini nasıl taklit ediyor görmelisiniz.

#Amentü
#Kapitalizm
#Çin
#Koronavirüs
#Salgın
4 yıl önce
El emeği, göz nuru
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak