|
Gündemi değiştirelim (2)

(Salgının alevi tüm dünyayı sardı. Evlere kapanmış ekrandaki ölüm haberlerini izliyoruz. “Hayat devam ediyor” derler.

Hangi hayat?

Biraz nefes almak, umut ve korku arasında iken umuda yelken açmak için gündemi değiştirmeye ne dersiniz? Ölümden öteye kapı açalım. Geçip giden hayatımız hakkında bir muhasebe yapalım. Ölümden ders alalım.

Kainatın kitabından üç levha getirdim. Şifa niyetine diyelim.)

Değirmen arkı evin önündeki ıhlamur ağacının altından geçiyordu. Yaşlı adam ahşap sandalyesinin dört ayağını arkın suyuna gömmüş, sandalyenin sırtını ıhlamura yaslamış, pantolon paçalarını çemrelemiş çıplak ayaklarından birini suya salmış, öteki sandalyenin üzerine çekili, elde yasemin ağızlık ve tütün, yüzü bahçeden yana dönük oturuyor.

Suda yarpuz ve nane kokusu.

Değirmen suyu kasabayı gölgeleyen tepelerin arasına kılıç gibi girmiş bir boğazın epeyce ilerisinden çevriliyor. Tepeler meşelik. Meşelerin koyu yeşilleri arasında ardıçların, karamukların, akçakavakların sarıya uçan açık yeşilleri dalgalanıyor. Birkaç yamaç tarla bu yeşilin ortasına sarı başaklarını sermiş oturuyor.

Dereboğazı tepeleri geçip, sarp kayalara vurarak, geride eflatun buğulara bulanmış Aladağ’ın karlı doruklarına doğru yol alıyor. Aladağ’ın karı yaz-kış kalkmıyor. Temmuzun şakırdayan güneşi üzerine çöreklense bile, kovuklarına, koyaklarına birikmiş kar, gide gide zirveye kadar gerilese bile büsbütün yok olmuyor. Eteklerde yüzlerce pınar, parıltılı damlacıklar sıçrata sıçrata aşağılara, dere içine iniyorlar. Katır tırnaklarından, dağ lâlelerinden, sümbül ve çiğdemlerden toplanan koku suya siniyor. Kendini bir o yana, bir bu yana vura vura köpüklenen dere hızla akıyor. Boğazı geçene kadar her yamaçtan, her kaya dibinden bir küçük kaynak daha katılıyor suya. Gürgenlerin, kestanelerin, kayın ormanlarının gölgesi düşüyor. Gölcüklerde, suyun incelip süzüldüğü yerlerde alabalıklar oynaşıyor.

Yaşlı adam suya bakıyor.

Duru su serin nağmeler ile geçiyor ayaklarından.

Her yıl babasıyla birlikte karlar kalkanda, bozbulanık seller akıp derenin hırsı durulanda, bu değirmen arkını bir baştan bir başa dolanırdı. Neresinden bir yontma taş düşmüş, hangi köşesi delinmiş, hangi duvar yıkılmış onarıverirlerdi. Sonra köyden bir imece kurar, artık bir hafta mı, on gün mü sürer arkın çamurunu, kumunu temizlerlerdi.

Su değirmene inecek. Değirmen güz boyu dönecek. Buğdayı un edecek.

Adam suya bir kez daha baktı.

İçinden bir üveyik kalktı. Cigarasının dumanını savurdu, elini ak sakalından geçirdi, gülümsedi bile. Durup dururken mırıldanmaya başlamıştı.

Değirmenin bendine / Döner kendi kendine...

Birden iki erkek, bir kız torun, bu su yatağında cıvıltılarla koşmaya başladılar. Yalınayak, kumları, çamurları, suları sıçratarak yaşlı adamın önünden baharda çayıra çıkmış oğlak sürüsü gibi geçtiler. Kızın iki örük edilip bırakılmış sarı saçlarının ucunda peygamber çiçekleri parlıyor, ortadaki kopul oğlan kabuğu sıyrılmış bir söğüt çubuğu sallıyor, belki de altındaki olmayan atı koşturuyordu. Öndeki oğlan daha bir iri, iyice hızını almış, yokuş aşağı öyle bir gidiyordu ki, tâ dereye varıncaya kadar kendini durduramadı.

Su değirmeni artık çalışmıyordu.

Dutlar dibine dökülüyor. Dut kuşlarının cayırtısından geçilmiyor.

Birkaç göğsü kınalı küçük kuş dallarda kalmış kiraz ve vişne kalıntılarını gagalıyor. Yuvasını bal armudunun üst çatalına kurmuş bir saksağan çifti ikide bir ağaçlara doğru mızrak gibi dalan kerkenezi kolluyor.

Kerkenezin bir gözü patates tarlasında fink atan farelerde, öteki gözü saksağan yuvasında. Farelere dalacak, lakin mesafe epeyce uzak, saksağanlar ise yuvayı terkedecek gibi değil.

Armutların ve elmaların yanakları kızarıyor.

İncirlerden bal damlıyor.

Mürdüm erikleri kütür kütür.

Zerdalilerin iyice olgunlaşıp artık kavuniçine çalan daneleri, aşağıdaki yeşil maydanoz maşarasına pıt pıt düşüyor. Maydanozun yanı başında yeni biçilmiş yonca tarlası. Tarlanın ortalık yerinde, bir kazığa çakılı uzunca yularına bağlı doru kısrak otluyor. Parlak sağrısında gün ışığı yalap yalap. Arada bir kulaklarını ve başını dikip, iri kara gözlerini yaşlı adamdan yana döndürüyor. Beyaz sekili ön ayaklarını vura vura yumuşak yonca tarlasında çukurlar oluşturuyor. Bir çift hacı leylek yonca tarlasını bir uçtan ötekine arşınlayıp duruyor. Çekirgeden tırtıla, kertenkeleden yavru yılana, ne bulursa nasibine düşeni mideye indiriyor.

Bir yanda sulh, öte yanda sükunet.

#Nane
#Armut
#Patates
#Sigara
4 yıl önce
Gündemi değiştirelim (2)
Kara dinlilerle milletin savaşı
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim