|
Ruhumuzun coğrafyası

Erdem Bayazıt bir şiirinde şöyle der:

“Çobanların ruhu nasıl sığmazsa kırlara

Bu insanlar da sığmıyor meydanlara

Yüzlerde okunan sadece


Kararsızlık, tedirginlik, endişe

Ve içsel yalnızlığın hüznü

Ve asla dinmeyen sıla özlemi

Sıla, ey ruhumuzun coğrafyası!”

Ne güzel söylemiş şair.

Evet, sıla elbette ruhumuzun coğrafyası.

Bu kavramın zenginliğini eşelersek ruhumuzun “hendesesi, tarihi, sevinci-ıstırabı, destanı, türküsü” neler çıkar önümüze.

Göç evvel-eski dramatik bir olaydır.

Göçe zorlanma ise trajik boyutlara varabilir.

Türkiye’nin son elli yılında vuku bulan iç ve dış “göç” olgusu sıla duygusunu ilk göçen nesiller beyninde özlem ile yoğurarak büyüttü.

Göçenler elbette bir gün geriye döneceklerini hayal ederek yaşadılar, hatıralarla avundular.

İlk kuşak Almancılar içinde dönenler de oldu.

Sıla özlemi beraberinde “gurbet ve hasret” duygularını da getiriyordu.

Her gece baş yastığa konulduğunda; suyunda çimilen ırmağı, dalından düşülen dut ağacı, mescidi minaresi, mezarlığında öksüz kalan ölüleri ile “sıla” sökün edip geliyor; rüyaların eksenini oluşturuyordu.

Yıllar sonra “sıla-yı rahim” için dönüp gelenler rüyasını gördükleri, hasretini çektikleri mekanları-insanları yerinde bulamadılar.

Bu şaşkınlık ve yıkım ile söylenen ağıtvarî türküler son dönemin halk musiki ve edebiyatına çok şey katmıştır.

Ancak “Bu böyledir”...

Yapılan yıkılır; doğan ölür; hiçbir şey baki kalmaz. Bütün bunlar dünyanın fani oluşuyla ilgilidir.

İçimizdeki o bitmeyen sıla özlemi ancak öte dünyayı tanıdıktan sonra bitecek belki. İnsanoğlundaki bu “melâl” belki öte yakadaki cennete, ‘Yaradan’ın cemaline yaklaşınca teskin olacak. Meseleyi bu metafizik boyutuyla kavradığımızda “ruhumuzun coğrafyası” da âşikâr olmaktadır. Ve bu belirlenmede ruhun varoluşuna atıflar vardır. Yeniden yaşadığımız âleme bakarsak sılaya dönüşün gündemden çıktığını görürüz. İlk göçen nesillerin çocukları artık hiçbir biçimde o kuş uçmaz, kervan geçmez, ıssız dağ başlarını tercih edemez. Bin naz ile gittikleri atayurdunda üç gün kaldıkları zaman sıkıntıdan patlarlar.

Her yanda garip bir sessizlik. Motor gürültüsüne alışkın kulak, asfalt koklayan burun ve harekete susamış göz bu sükûneti kaldıramaz. Kalabalıkları, apartman konforunu, caddelerin neon ışıklarına bulanmış karmaşasını ister.

Evet o dağ başı bir mahrumiyet alanıdır.

Bu sebeple Türkiye’de köye dönüş hayalinin gerçekleşme oranı yok gibidir.

Buna terörden, yoksulluktan, şundan-bundan kaçıp gelerek şehrin kıyıcığındaki semtlere sığınanları da dahil edebilirsiniz.

Yeniden şiire dönersek ülkemizdeki sosyal sarsıntının nasıl ruhî bir depreme sahne olduğunu görebiliriz.

Evet yüzlerde okunan sadece kararsızlık, tedirginlik ve endişedir.

O “meydanlara sığmayan insanların” yüzlerinde.

#Coğrafya
#İnsan
6 yıl önce
Ruhumuzun coğrafyası
Hayaller iç savaş, gerçekler 105. noktada 15 Temmuz direnişi
Kültürel inkâr, “intihar”la sonuçlanacak/tı, kaçınılmaz olarak!
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!