|
Gerçeklik sanatçıya neden yetmez?

Elifba’dan Alfabe’ye geçilmekle sadece harfler değiştirilmedi, bir kültür dili olan Türkçe’den kavmiyetin kısır diline geçildi.

Bunun tipik örneklerinden biri, gündelik dil içinde birlikte yaşayan gerçek ve hakikat terimlerimden, gerçeğin öne alınmasıyla hakikatin kaybedilmesidir. Zira Hakk ve hak ile ilişkili olan hakikat, tam da bu onun bu metafizik mevzisinden uzaklaşmak için, şeylerin hareketlerinin tamamına karşılık olan gerçeğe indirgenmiş ve bu suretle o salt zahirî olanın ihatasına ve aklî kavrayışın bir yönüne hasredilerek, düşünmede ve ifadede bilinçli bir kısırlaştırmaya gidilmiştir.

Oysaki,
Ahmet Hamdi Tanpınar
’ın 19’uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde “…Realist hattâ nasturalist ve bir köylü edebiyatının -tabii çok iptidaî- bir nümûnesi” olarak selamlayacağı
Karabibik
’in basıldığı ilk yıl olan 1890’da, yazarı
Nabizâde Nâzım
gerçek / gerçeklik / gerçekçilik iddiasında değil “Hakikiyyun mesleğinde bir eser…” yazma iddiasında bulunmuştu.
Konunun siyasi ve kültürel yanıyla ilgili bu hatırlatmayı şimdilik yeterli görerek, onun sadece sanatla ilgili yanı üzerinde duracak olursak,
Mustafa Namık Çankı
’nın gerçek teriminin karşılığı olarak zikrettiği şu terimlerin de bize doğrudan söyleyebilecekleri gibi gerçeğin belirtilen muhtevasıyla sanatçıya yeterli gelmeme sebeplerini rahatça konuşabiliriz.

Çankı’nın gerçek esasında zikrettiği karşılıklar şunlardır:

Realite, vuku, vakı, tahakkuk, hakikat, hakikati hâl, hakikati hariciye, hakikati fiiliye, şen’iyet, mevcudiyet, vücûd, hariç, a’yanı mevcudat, âlemi maddi, fiilen mevcûd, nefsülemr… (Geniş bilgi için bkz.: Büyük Felsefe Lûgatı, Haz.: Recep Alpyağıl, İz Yayınları, İstanbul 2021).

Sanat planında asıl ilginç olan bu çok zengin karşılıklarıyla birlikte gerçeğin, gerçekliğin ve gerçekçiliğin ilk zemini olarak sanatçıya yeterli gelmediğidir. Bu yeterli gelmeyiş gerçekliğin kendisindeki bir eksiklikten ya da aynı kelimeyle söylersek ondaki bir yetersizlikten değil bilakis aklın ve hayalin sanatçıya imkan olarak sunduğu fazlalıktan kaynaklanmaktadır.

Bu olguyu,
Jacques Ranciére
, Kurmacanın Kıyıları adlı değerli çalışmasının daha Giriş’inde şöyle belirtmiştir: “Kurmacayı olağan deneyimden ayıran şey, gerçekliğin eksik değil rasyonelliğin fazla oluşudur.”

Ranciére’nin bu belirlemesinde, kendi kültürel aidiyeti bakımından aklı ve akılcılığı nihai hat olarak seçmesi normal olmakla birlikte, sanat ve sanatçı cihetinden eksiktir. Zira, akıl kendisine haber (bilgi) taşıyan duyularla, hayalde bir eksikliğe maruz kaldığında kendi işlevini tam olarak yerine getiremez. Bu manada örneğin görme duyusundan yoksun olan akıl nasıl sakatlanırsa, akılcılık da bir ideoloji olarak basit duyusal sebeplerle topal kalabilen sakat bir yöneliş hâline geliverir.

Bu nedenle duyulardan birinin ya da birkaçının dıştaki yokluğunu tefehhüm, tedebbür, teessür… vb. hassalarla içte giderebilen biri için hayal, tek başına sınırsız bir zenginliği ifade etmektedir.

Hayal, “Arapça’da ‘zannetmek ve benzetmek’ anlamlarına gelen hayl(hayelân) kökünden gelen bir isimdir. Hayâl ve hayâlet, uyku yahut uyanıklık halinde insana gerçekmiş gibi görünen sûrettir. Burada söz konusu olan gerçek değil gerçeğin gölgesi, aynadaki yansıması veya rüyadaki timsalidir. Dolayısıyla hayal sözlükte ‘bir şeyin gerçeği zannedilen veya gerçeğine benzeyen, benzetilen görüntüsü’ anlamına gelir ve tahayyül, zan, teşebbüh kelimeleriyle aynı veya yakın anlamda kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de, ‘Bir de baktı ki büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları kendisine koşuyormuş gibi görünüyor’ (Tâhâ 20/66) meâlindeki âyette ‘tahyîl’, çeşitli hadislerde ‘tahayyül’ şeklindeki kullanımlar gerçek sanılan veya gerçeğe benzetilen idrake işaret etmektedir.” (DİA)

Hayal tecellisinin duyu tecellisinden birbirleriyle karıştırılamayacak derecede latîf olduğunu söyleyen
İbnü’l-Arabî
, onu müstakil bir ilim olarak nitelemiş ve mahiyetini şöyle dile getirmiştir:

“Hayalin bitişik ve ayrık âlemi vardır. Bu konu mârifetin büyük unsurlarından biridir. Hayal ilmi, berzah ilmi denilen şeydir. Hayal, ruhanilerin göründüğü bedenler âlemidir. Bu âlem, cennet çarşısının ilmini içerir. (…) Hayal ilmi, kendi başlarına bilfiil var olamayan anlamların bedenlenerek ortaya çıkmasını bilmektir. (…) Hayal ilmî suretlerin bilinmesidir. (…) Duyular ona yükselir, manalar ona iner. O ise, hiçbir zaman yerinden oynamaz. Her şeyin meyveleri ona döner, Hayal, anlam üzerine kendini taşıyan iksirin sahibidir.”

Hâl ve hakikat böyle olunca gerçek-lik sanatçıya yeter mi?

#Ahmet Hamdi Tanpınar
#İbn'ül-Arabi
#Karabibik
#Mustafa Namık Çankı
2 yıl önce
Gerçeklik sanatçıya neden yetmez?
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?