|
“Heidegger Sarkacı”

Metaforun, “Bir düşünceyi imgeyle açıklamaktan farklı bir şey” olduğunu söyleyen Jacques Rancière, “Çok daha derin anlamıyla” onun, “mevcut durumun tasvirini, bu durumun görünürlük biçimlerini simgesel topografyaya kaydetmenin bir yolu” olduğunu belirtir.

Rancière’nin dilimize Kurmacanın Kıyıları adıyla çevrilen kitabında yaptığı bu yorum, Zeynep Kot Tan’ın Heidegger Sarkacı–Metafor Kavramının Arkeolojisi adlı (Ketebe Yayınları, İstanbul 2020) kitabını okurken benim için önemli bir izlek oldu.

Şundan ki, metafor evvel emirde felsefenin konusu olsa da, uygulama zeminini sözlü ve yazılı edebiyata borçlu olması nedeniyle, şiirden başlayıp, romana doğru genişleyen eleştiri, inceleme faaliyeti üzerinden, felsefeye oranla daha geniş bir kitlenin, diğer bir söyleyişle kültürün konusu haline geldi.

Öyle ki, sadece Rancière’nin yukarıdaki yorumundan baktığımızda bile imge, suret-lendirme (tasvir), simge ve simgesel topografya nedir sorularını kendi içinden üreterek ancak makul bir yoruma konu olabilen metafor, hemen herkesin anlamını –ve nazari derinliğini- bir şekilde bildiği, ama büyük bir çoğunluğun o şekilde bildiğini bilmeyi ifade etmekten aciz kaldığı bir terim olarak, şiir ve sair edebiyat türleri üzerinden soyutlanabilen soyut olarak felsefedeki asli yerini muhafaza etti.

Bu nedenle Tan’ın, metaforun arkeolojisini yapmak maksadıyla Heidegger’i merkeze almasını ve dolayısıyla onu Batılı bir çerçeve (paradigma) ile sınırlandırmasını, mezkur soyutlama ilişkisinde belli birkaç cihetten, sarih birkaç tutarlılığın elde edilmesi niyetine göre değerli görmemiz gerekir.

Nitekim çalışmasının zeminini, felsefi ve edebi planda maruf kimi tanımlardan yola çıkarak, “Varlık Metaforlarla mı Konuşur; Heidegger Metaforlarla mı Konuşur; Metafor, Aristo veya Platon’a Referans Vermeden Anlatılabilir mi?” soruları üzerine kuran Tan, onun temel gayesini de Önsöz’ün de şöyle özetlemiştir:

“Heidegger felsefenin geniş yollarına karşı patikalar önerir. (...) Bu çalışmanın temel gayesi, metafor nosyonuna giden, diğer taraftan metafizik ve onun ana caddeleri ile kesişmeyen, büyük kavşaklara ulaşmayan bir patika bulmaktı. (...)

Heidegger neden bir taraftan metaforu metafizik, metafiziği ise Varlığın unutulması ile ilişkilendirirken, özellikle Varlık ve Zaman’dan sonra yazdığı eserlerde metaforlarla örülü bir dil kullanır? Bu sorum beni şöyle bir sonuca ulaştırdı: İtiraz edilen metaforik kullanım değil, geleneksel metafor nosyonudur. Söz konusu itirazı öncelikle ontoloji, epistemoloji ve dilbilim şubelerine ayırdım. Bunlar aynı zamanda kitabın Birinci Bölümü’nün üç alt başlığı oldu ve kitabın müteakip iki bölümü için bir arkaplan sundu. (...)

Peki şair veya düşünür bir metafor kullandığında duyusal-düşünsel, özne-nesne ve ses-anlam arasında aslında vuku bulan nedir? Cevaba ya da başka bir deyişle bu üç şubede incelenen söz konusu eleştirinin isabet etmediği bir metafor nosyonuna ulaşmaya çalışırken ‘metafizik fark’ yerine ‘ontolojik ayrım’ı esas aldım; bu alanlar arasında mutlak anlamda bir ayrıma değil, birliğe çağıran bir ayrım (Riss) olduğunu varsaydım.

Kitabın İkinci Bölümü’nün gayesi bu varsayımın gerekçelerini ortaya koymak ve alternatif bir nosyonun temelini yine ontoloji, epistemoloji ve dilbilim alanlarından yola çıkarak oluşturmaktı. Heidegger’in hylemorfik modele karşı geliştirdiği ‘yeryüzü-dünya çelişmesi’ni kelimenin yapısına uyguladığımda, metaforu anlatan bir metaforla karşılaştım: Kelime, tıpkı bir sarkaç gibi ses ile anlam (yeryüzü ve dünya) arasında, yani kendi içinde bitimsiz bir hareketle salınır. Çok anlamlılığı doğuran dinamik budur. Bu sav üzerine inşa ettiğim Üçüncü Bölüm son kertede, bize muazzam bir anlam devinimi ile ulaşan ve kendisinden metafor olarak bahsettiğimiz kelimeleri, Heidegger külliyatı ışığında anlamlandırma teşebbüsüne dönüştü.”

Vahdet-i vücûd nazariyesini bir üçgen, Tan’ın sarkaç savını da sürekli salınım imgesiyle birlikte düşünürsek, üçgenin tepe noktasından (Tanrı’nın katından) sarkan bu sarkacın, hem Tanrısal bir inzal, hem de onu yayma imasıyla müşterek olarak aynı üçgenin tabanını (varlığı) tarassut ettiğine hükmedip, Tan’ın mezkur metaforunu/savını olumlayabiliriz.

Bu manada Tan’ın metaforu, Heidegger düşüncesinin içinden geçerek kuşatmaya çalışmakla, Heidegger’in kelimeleriyle Varlığın yorumlanmasına mahsus henüz / bile alevlenmemiş olan kavgadan erkenden pay aldığını, izlediği patikanın sayısını artırdığında ise asıl maksadının tam olarak gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz.

#Jacques Rancière
#Heidegger Sarkacı
#Zeynep Kot Tan
#Metafor Kavramının Arkeolojisi
#Ketebe Yayınları
٪d سنوات قبل
“Heidegger Sarkacı”
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler