|
Hindistan ya da iktisat ve din gücünün müşterek hükmü

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, geçtiğimiz ocak ayında DEİK’in düzenlediği ‘Yeniden Asya; Türkiye’nin Asya Ülkeleri ile Ticaretinin Geliştirilmesinde Yeni Perspektifler’ konulu toplantıda yaptığı konuşmada, “Tarihin sarkacı bir kez daha ana kıta Asya’ya yöneldi. 19 ve 20. yüzyıllar sırasıyla Avrupa ve Amerika asırlarıydı. Bugün tüm veriler 21. yüzyılın Asya asrı olacağını gösteriyor. Birçok ülke de bu gerçeğin bilinciyle hareket ediyor. Sayın Cumhurbaşkanımız’ın tensipleriyle 2019’da Yeniden Asya girişimini ilan ettik. Girişimin amacı Asya ile yeniden daha güçlü bağlanmak ve özellikle ekonomik ilişkilerimizi ilerletmek. Yeniden Asya aslında sizlerin önünü daha fazla açmak için ortaya konan bir girişimdir.” demiş ve bu beyanının özünü “10 ülke, 650 milyon nüfus ve 3 trilyon dolara yaklaşan dev bir pazar”a dayandırdığı halde, Avrupacıları fena korkutmuştu.

Bakan’ın bu sözlerini AB ile ilişkilerde bir yön değişiminin hatta muhtemel bir kopmanın işareti olarak yorumlayan yerli Avrupacılar bir itiraz korosu oluşturmaya çalışınca devletin yetkili ağızları, Türkiye için AB üyeliğinin stratejik bir önem taşıdığını bilmem kaçıncı kez söyleme ihtiyacı duymuşlardı.

Oysa ki, tekerrürden ibaret olan tarih, Bakan Çavuşoğlu’nun dilinden –aslında Cumhurbaşkanımızın ilgili talimatından- kendi gerçeğini yeniden iletiyordu: iktisat ve dinden oluşan müşterek gücün, hakimiyet savaşlarındaki büyük etkisi!

Bu hususu Hindistan özelinden ele alacak olursak, kendi cihetimizden şu tarihi sonuçlarla karşılaşıyoruz:

Hindistan’ın –öncelikli olarak da Hint Altkıtası’nın- ticari bakımdan değeri Araplar tarafından, sahil şehirlerinde karargahlar kuracak, dil ve kültüründen etkilenecek derecede İslam öncesinde keşfedilmişti. İslam fatihleri, Hicretin 15. yılında Hindistan’a ilk akınlarını yaptıklarında halklar birbirlerini tanıyorlardı. Öyle ki,
Hz. Ömer,
Hindistan’daki dini anlayışın, Müslümanlar tarafından henüz tam anlamıyla keşfedilmeyişinden ve onun Müslümanların düşünceleri üzerindeki olası olumsuz etkilerinden çekinmiş olmalı ki, mezkur akınları münasip görmemiş ama karadan yapılan akınlarla birlikte ilk fetih hareketi 642 yılına kadar devam etmiştir.
Hz. Osman zamanında askıya alınan Hindistan’ın fethi, Hz. Ali zamanında sınırlı olarak devam etmiş, Emevi halifelerinden
Süleyman b. Abdülmelik
’e kadar da artarak sürmüştür.
Mağrip ve İberya’nın fatihi
Musa b. Nusayr’
a (v. 717) olan düşmanlığı ve zulmüyle bilinen Süleyman, ikinci büyük cürmünü Hindistan’ın büyük fatihi
Muhammed b. Kasım es-Sakafi
(v. 717) konusunda işlemiştir: Halife Velid’in ölümü üzerine tahta geçtiğinde es-Sakafi’yi görevden almakla kalmamış, işkence altında şehit edilmesine sebep olmuştur. Bu yüzden kimi tarihçiler, Hindistan’ı fethetmekle kalmayıp, büyük oranda İslamlaşmasını da sağlayan
Gazneli Mahmud’
u (v. 1030), es-Sekafi’nin -büyük misyonu esasında güçlü ve hayırlı- bir varisi olarak nitelemişlerdir.
Gazneliler
devrinde yoğun olarak başlayan Türklerin Hindistan’ı fethi ve İslamlaştırma gayreti, 1526 yılında
Muhammed Babur
tarafından kurulan
Babürler-Türk
İmparatorluğu zamanında da devam etmiş,
Nasireddin Hümayun
ve “din-i ilahi” adı altındaki tehlikeli girişimini parantez içine alarak söyleyecek olursak
Ekber Şah
ile Cihangir’in sultanlıkları devrinde genişleyerek devam etmiştir.
Kanuni
’nin, üstelik Osmanlı gücünün de zirvesindeyken,
Fransız
lara verdiği -çöküşümüzün başlangıcı olan-
kapitülasyon
un (1536) bir benzerini, Ekber Şah 1601 yılında,
Doğu Hint Şirketi
(East Indian Company) üzerinden İngilizlere vermiştir ki, bu da tıpkı Osmanlı’daki gibi, Babürlüler’in gücünün zirvesindeyken, 1858’deki yıkışına mahsus ilk haber hükmündedir.
Abdulhamit Birışık
’ın
Hind Altkıtası Düşünce Tefsir Ekolleri
adlı değerli çalışmasından öğrendiğimiz üzere, İngilizler mezkur şirket yoluyla Babürlüler üstündeki iktisadi güçlerini artırmakla kalmamışlar, 1765’ten itibaren Babürlü hükümdarlarını, kendilerine maaşla bağlı memurlar haline getirmişlerdir.

Yine Birışık’ın kaydına göre, İngilizler Hint Altkısat’na ayaktak bastıktan hemen sonra Hindistan’ın din ve kültürünü öğrenmiş, modern sanatlarda elemanlar yetiştirmiş ve özellikle emri altındaki misyonerlere Hindistan’ı baştan sonra dolaştırarak ilmiye sınıfıyla halkı yakından tanımaya ve toplum içindeki ihtilaf noktalarını belirlemeye başlamışlardır.

Sonuç malumdur ama ibret alınması için unutulan malumun da hatırlatılması gerekir.

O halde nasipse bu konuya devam edelim.

#Hindistan
#İktisat
#Din
#Mevlüt Çavuşoğlu
#DEİK
#Yeniden Asya
#AB
#Hz. Ömer
#Süleyman b. Abdülmelik
#Musa b. Nusayr
#Muhammed b. Kasım es-Sakafi
#Gazneli Mahmud
3 yıl önce
Hindistan ya da iktisat ve din gücünün müşterek hükmü
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti