|
Rasim Özdenören’e rahmet

Rasim Özdenören,
dün rahmete erdi; mekânı cennet olsun. Ailesine, dostlarına, sevenlerine ve edebiyat camiamıza başsağlığı diliyorum.
Mavera
dergisinin Ankara döneminde birkaç yılımı –ki benim yazarlık maceramın da ilk yıllarıdır– onun eteğine tutunmuş olarak geçirdiğim halde, Rasim Bey’i Balıkesir’de vefat eden ikizi
Alâeddin Özdenören
’in gaslindeki simasıyla hatırlıyorum.

Merhum ikizi ahiret yolculuğuna hazırlanırken gelmiş ve onu hemen görmek istemişti. Gasilhâneye birlikte girdik; örtü altındaki naaşının ayak ucunda kısa bir süre bekledikten sonra yüzünü görmek istedi, açmalarıyla birlikte hıçkırıklara boğuldu.

Öyle ki, üzülmesinin fevkinde Rasim Bey’in acıyla gerilmiş bir yüzle kendisinin de toprağa doğru akmaya durduğunu hissetmiştim; benim gözümdeki yazarlık, üstatlık, ağabeylik rollerinden tümüyle sıyrılmış, pür bir insan,
ikizin kalan teki
olarak som bir yalnızlığı ve çaresizliği yaşamıştı.

Rasim Bey’in zihnime o simasıyla kazınmasını süreklileştiren şeyin onun bizzat ferdiyetinden, kimliğinden ve başkalarıyla kurduğu ilişkilerden kaynaklandığını sanıyorum.

Şöyle ki: Tahammül yetisini zorlayan dizginlenemez bir baskı söz konusu olmadıkça onun mülayimliğini, sessizliğini, mütebessim duşunu bozduğunu hiç hatırlamıyorum.

Karşısındaki kişi her kim olursa olsun onu sükunetle, sözlerini bölmeden dinler, onun susmasını takiben birkaç saniye içinde hızlıca bir murakabede bulunduktan sonra ona mukabele ederdi.

Muhatabı özellikle de okuma ve yazma meraklısı bir genç ise mezkûr halleri rikkatle taçlanır, onun muhtemel taşkınlıklarına, yersiz ataklarına karşı tebessüm ederek, onda mutlaka ama mutlaka “Denize Açılan Kapı” duygusu uyandırır, ona karşı sürekli bir güvenlik, esenlik telkin ederek gönlünü fethederdi. Buna dair bizzat tarafı ve tanığı olduğum şu olayı zikredersem sanırım Rasim Bey’in bu özelliğini daha doğru ifade etmiş olurum:

Merhum
Erdem Bayazıt
, merhum
Ramazan Dikmen
’le beni, İran devriminden hemen sonra Türkiye’ye büyükelçi olarak atanan kişiyle bir söyleşi yapmak üzere görevlendirmişti. Biz de İran Elçiliği’ne giderek söyleşiyi yaptık ama elçiyi gözümüz hiç tutmamıştı; onu –o günlerin moda deyimiyle– zıdd-ı ınkılabî olarak damgalamıştık. Gerçi o da bizim söyleşimizden birkaç ay sonra Amerika’ya kaçmıştı ama bu ayrı bir bahis.

Söyleşiden sonra Mavera dergisinin Selanik 56’daki bürosuna gelerek Erdem Bey’e söyleşiyi yaptığımızı ama malum kanaatimize rağmen yine de yayımlanacaksa bizim adımıza yer verilmemesini istedik.

Hüsnü Aktaş’ın da bulunduğu ortamda Erdem Bey bizim talebimizle deyim yerindeyse küplere bindi. Davudî sesiyle o bağırıyor ama Ramazan’la ben de bağırmada ondan geride kalmıyorduk.

Günlük mesainin bitim saatleriydi. Rasim Bey’in çalıştığı DPT’nin ek binası Mavera’ya çok yakındı ve o mutadı olduğu üzere mesai çıkışında dergiye gelirdi.

Yine böyle yapmıştı. Bizim oturduğumuz odanın kapısını açar açmaz “Erdem, neden bağırıyorsun, sesin Selanik’i inletiyor, susar mısın lütfen” deyiverdi. Bayazıt onun bu hiç beklenmedik tepkisiyle bir an bocalayarak “Ben değil, bu bebeler bağırıyor Rasim” dediğinde ise, “Onlar genç. Onlar bağırsalar da sen susup dinleyeceksin” diyerek onun şaşkınlığını daha da artırdı.

Ortalık buz kesmişti. Çünkü onun bu düzeyde bir öfkesine, tepkisine oradakilerden hiçbiri daha önce tanık olmamıştı.

Erdem Bey’le sonradan bu konuyu tekrar konuşup konuşmadıklarını bilmiyorum ama onun bu tavrıyla Ramazan’ın ve benim gönlümü yazar ağabeyimiz olmasının ötesinde bir ahlak ve güvenlik limanı olarak fethettiğini iyi biliyorum.

Benim kuşağımdan Mavera ve dolayısıyla onun as ekibiyle bağ kuranlar da en gerçek ve meyvesi en çok olan yatırımın insana yapılan yatırım olduğunu bu vb. örneklerle Rasim Bey’den bizzat tecrübe ederek öğrendiler.

Rasim Bey’de baştan beri ilettiğim örnekler üzerinden tanık olduğum bir diğer yön, onun sezgi gücüdür.

Sezgi derken zikrettiğim yalnızlık hissi, tahammül yetisi, mülayemeti ve çok nadiren de olsa rastlanılabilen öfkesi buna dahildir. Yeni zamanın işleyiş yönünü sezmek, gönülleri fethetmenin hakkaniyetten, sahiplenmeden, korumadan geçtiğini bilmek ve böylece karşılaştığı her yeni duruma göre doğru bir vaziyet almak onun zikredilmesi gereken bir diğer özelliğiydi.

Bunca gerçekçi ve rasyonel ilişki tarzına rağmen onun son derece kırılgan biri olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim. Üstelik kırıldığını asla hissettirmeyen bir incelikle… Bunun tanığı da herkesten önce benim ama bunu başka bir vesileyle anlatmak isterim.

Rasim Ağabeyimi Rabbimizin emanetine veriyorum.

#Rasim Özdenören
#Erdem Bayazıd
#Ramazan Dikmen
#Alaeddin Özdenören
2 yıl önce
Rasim Özdenören’e rahmet
15 Temmuz rüzgârını diriliş ruhuna dönüştüremezsek...
Hicret ruhu: Direniş, Diriliş ve Yenileniş yolculuğu
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!