|
Sâmirînin bir sanatçı olarak portresi
Tevrat
’ta İsrailoğulları’nın kendi tarihlerine düşürdükleri “kara bir leke olarak” anlatılan, altın buzağının yapılmasına ve ilah edinilmesine mahsus olayın, tashih edilmiş bir kıssa olarak
Kur’an
’da anlatılışı özetle şöyledir:
Hz. Musa,
arkasında bıraktıklarının kendisinin izinde olduklarından emin bir şekilde, Rabbinin rızasını gözeterek O’ndan yeni emirleri almak için Sina’ya çıkmıştır. Onun emin olduğu cihetten sınanan kavmi ise, Hz. Musa’nın dönüşünün gecikmesi üzerine
Sâmirî
tarafından saptırılmakla sınanmıştır. Bu aynı zamanda Hz. Musa’nın da sınanmasıdır, zira Sâmirî’nin işine karşı göstereceği tutum onun da sınanması anlamına gelmektedir.
Hz. Musa’nın şiddetli bir kızgınlıkla mukabele bulunduğu; kendisine vekil tayin ettiği
Hz. Harun’
un ise, İsrailoğulları’nın arasına ayrılık sokmama konusundaki Peygamber emrine uyması nedeniyle mağdur ve mazur olduğu hadise, altın buzağının yakılması ve yegâne tanrının Allah olduğunun teyidiyle sonuçlanmıştır. (Tâhâ sûresi, 20/83-99)
Bu kısadaki
Sâmirî kimdir?
Zemahşerî, Keşşâf
’ında “hem sapkın hem de saptırıcı” olarak nitelediği Sâmirî’ye dair, “ve Sâmirî onları saptırdı” şeklindeki ilâhî ifadeyi tefsir ederken, onun kimliği hakkında şu bilgiyi vermiştir:

“Sâmirî ismi, İsrailoğullarından Sâmira isimli bir kabileye mensup kişi demektir. Sâmira kabilesinin bir Yahudi kabilesi olduğu, bazı dini konularda Yahudilerden farklı inançlara sahip olduğu söylenmiştir. Yine, Sâmirî’nin, Bâcermâ (Musul civarında bir köy) halkından olduğu da söylenmiştir. Ayrıca, Musâ b. Zafer adlı Kirmanlı bir gavur olduğu, görünüşte Müslüman olmakla beraber aslında münafık olduğu, sığıra tapan bir kavimden olduğu da söylenmiştir.”

Her devirde tekrarlanabilir bir
kök-imge
olması bakımından, Sâmirî’nin kimliğine dair özel bir bilginin fazla bir önemi yoktur, ki olsaydı bu Kur’an’da zaten verilirdi. Dolayısıyla kök-imge esasında Sâmirî’nin portresini oluşturan asıl unsur, şu iki ayette şekillenmektedir:

“Peki, senin (buzağı putu yapmaktaki) amacın ne idi ey Sâmîrî? O da: ‘Ben onların görmediğini gördüm ve o elçinin izinden bir avuç avuçlayıp bunu (zinetlerin eritildiği çukura) attım. Nefsim bana bunu hoş gösterdi! dedi.” (Taha sûresi 20/95-96)

Ayetteki “...Sevvelet lî nefsî” ibaresi, kimi meallerde “Nefsim bana böylece süsledi; Bunu bana yapmamı nefsim süslü gösterdi” şeklinde de okunmuştur.
Râgıb el-
İsfanî’nin,
el-Müfredât’
ında “sevvele” kelimesine verdiği şu anlam da bu okumayı teyit etmektedir:
“es-Sevl
: Nefsin hırsla, şiddetli bir arzuyla veya arzuladığı ihtiyaç, ihtiyaç duyulan şey;
et-Tesvîl:
Nefsin hırsla, şiddetli bir arzuyla ya da açgözlülükle istediği veya arzuladığı bir şeyi süslemesi ve içinden çirkin olanları da güzel bir surette tasvîr etmesidir.”

Mezkur ifadenin, –“Ben onların görmediği bir şey gördüm” ifadesiyle birlikte düşündüğümüzde– bugün modern sanatın ne’liğine dair yapılan bir çok tanımı ihtiva ettiğini görürüz.

Sanatın bir yaratma / hayat verme; doğayla (ve yaratıcıyla) rekabet etme; tanrısallıktan rol çalma; özgürleşme; tanrılardan çalınmış bilgiler; sihirli bir uğraş; bireysel bir hevesi gerçekleştirme; aydınlanma ve aydınlatma... şeklindeki modern tanımlarının, nefsin niteliklerinden olan
hevâ ve heves
kelimelerinde toplandığı ise malumdur.
Mukâtil b. Süleyman
’ın hevâ kelimesine, Kur’an terimleri edasında, “Nezele/inmek; helâk olmak; canların çektiği, arzu ettiği şeyler; bir şeyin, herhangi bir şeye dayanmaksızın iki şey arasında durması; rüzgârın alıp gittiği şey” olarak yüklediği beş mana itibariyle değerlendirdiğimizde, Sâmirînin bir sanatçı olarak portresinin, kendi hevâ ve (bunun bir türevi olarak) hevesinin peşinde koşturan, yaptığını buna göre yapan kişilere mahsus bir kök-imge olduğunu teyit ederiz.
Her zaman ve zeminde tekrarlanabilen bu kök-imgenin, Türkiye’nin bugünkü şartlarında,
tesettür düşmanlığının
ve çıplaklığa özenmenin bir karşılığı olarak performatik kimi sunumlara konu olmasının bir sebebi de onun bu tekrarlanabilirliğidir.
Diğer bir söyleyişle, çarşaf özelinde tesettüre karşı çıkarak soyunma yoluyla insanı vasatının altına indirmeye çalışan ile belden yukarısı çıplak olarak sema yapmak suretiyle bir tarikata ait ritüeli seksapelleştirmeye çalışan kişi,
Sâmirî’nin portresinden pay kapmaya
çalışan kişidir.

Bu manada Sâmirî, kök-imge olarak hâlen yaşamakta ve Zemahşerî’nin yukarıda zikrettiğimiz söyleyişine uygun olarak “hem sapkın hem de saptırıcı” olarak halk içine inebilmektedir.

Bunun nedenleri üzerinde ayrıca duralım.

#Sâmirî
#Tevrat
#Kur’an
#Hz. Musa
#Hz. Harun
3 yıl önce
Sâmirînin bir sanatçı olarak portresi
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı