|
Sır ve yazının metafiziği
Mukâtil b. Süleyman
(v. 150 h), Kur’an kelimesi olması esasında sırrı şu dört manada tefsir eder:

1. Soğuk / şiddetli soğuk (Âl-i İmran, 3:117; Fussilet 41:16),

2. Zenb / Günah üzerinde ısrar; yani onu sürdürüp devam ettirmek (Âl-i İmran 3:135; Vâkıa 56:46; Nuh 71:7),

3. Sayha, bağırtı / çığlık (Zâriyât 51:29),

4. Koparma, parçalama, kesme (Bakara 2:260).

Kelimenin bu anlamlarını da gözeten
el-İsfahanî
ise, sırrın “Bir suça, günaha (karşı) kendini düğümleme, kendini sıkı sıkıya bağlama ve ondan kopmaktan imtina etme, sakınma, uzak durma veya kopmayı reddetme” manasını önceleyerek, onu “Kişinin –kalben- üzerine bağlandığı her türden azim, kararlılık veya azim, kararlılık gösterme” şeklinde açıklar.

Kur’ân-ı Kerîm’de sır kavramı, insanın içinde saklı tuttuğu özel durumunu, duygu ve düşüncelerini, başkalarından saklayarak söylediği ve duyulmasını istemediği sözleri ve yaptığı işleri ifade etmek üzere on bir âyette tekil (meselâ bk. el-Bakara 2/235, 274; el-En‘âm 6/3; Tâhâ 20/7), bir âyette çoğul olarak (serâir) geçmektedir. Ayrıca yirmi âyette aynı kökten fiil ve masdar şekli yer alır (meselâ bk. er-Ra‘d 13/10; et-Tahrîm 66/3; Nûh 71/9). Bu âyetlerin bir kısmında, Allah’ın ilminin sınırsızlığını ifade etmek ve insanları uyarmak maksadıyla sır olarak saklanan ve açığa vurulanıyla hiçbir sözün Allah’a gizli kalmayacağı, O’nun sırrı da sırdan daha gizli olanı da bildiği, ilmi karşısında saklı tutulanla açığa vurulanın eşit durumda bulunduğu ifade edilmektedir. Müfessirlerin çoğu, ‘sırdan daha gizli olan’ ifadesiyle (Tâhâ 20/7) insanların içlerinden geçirip dış dünyaya yansıtmadıkları duygu ve düşüncelerin kastedildiğini ileri sürmüştür.” (Mustafa Çağrıcı, Sır maddesi, TDV DİA)

Bunlardan hareketle sır kelimesinin, tasavvufun / İslam metafiziğinin doğuşuna kadar, özel bir yoruma, ayrıştırmaya tabi tutulmaksızın, yaratma ve yönetme (A’raf, 7:54) esasındaki Kur’anî anlayışa göre yorumlandığına hükmetmek, mümkündür.

Tasavvufla birlikte ise sır, “Bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bilineyim diye halkı (kâinatı) yarattım” ifadesinden hareketle âlem ve ayna metaforuyla zenginleştirilerek işlenmiştir.

Zira, Hadis olduğu da iddia edilen mezkur ifade esasında sır, her şeyden önce bir söyleyen / kelâm sahibi ile bir söyleneni / duyanı gerektirdiği için, bu ilişki
kün
/ ol emrine dayandırılarak, yaratılmış olan her şeyin Allah’ın ilminde birer
harften
ibaret oluşuna bağlanmış ve buradan
ilm-i hurûfun
/ harfler ilminin,
Hakim et- Tirmizî
(v. 320 h) ile başlayıp,
İbnü’l-Arabî
(v. 638 h) ile müesseseleşmesine yol açılmıştır.

Bunun daha evvelinde ya da temelinde ise bizzat Kur’an’ı daha iyi anlama ve tefsir etme çabası vardır ki, nitekim “Müfessir ve mutasavvıflar arasında Arapça harflere anlam yüklemenin tarihi, Kur’an tarihiyle başlar. Mesela mukatta’a harfleri esmâü’l-hüsnâ ile var olduğu düşünülen bağlantısından ve bunun da Kur’an’ın bazı ayetleriyle ve bazı evrâtla ilgisinden dolayı müfessirler arasında çok ilgi görmüştür. Bu, İslam alimleri arasında Huruf İlmi’nin yayılmasını kolaylaştıran bir etken olmuştur. Bu ilimle alakalı ve sufilerin zaman zaman başvurduğu diğer bir ilim dalı ise Ebced’dir. Bu ilim, harflerin de diğer bütün varlıklar gibi ümmetler olduğu ve birtakım işari manalar içerdiği esasına dayanır. Nitekim Kur’an-ı Kerim, her şeyin insanlar gibi birer ümmet olduğunu hatırlatır.” (Hülya Küçük, İlm-i Huruf’la İlgili Üç Risale)

Ayrıca, harfler ve sır ilişkisinde mezkur yönelişlere meşruiyet sağlayan anlayışın kadim olduğu da gözden ırak tutulmamalıdır. Bu esasta mevcut bulunan bilgiler, eşi, benzeri bulunmayan Kur’an’la birleşince, Arapça da sıradan bir dil olmaktan çıkmış; müfessirler, sufiler onu gereğince tefsir etmek ve bu bağlamda ondaki sırları çözmek üzere adeta yarışmaya başlamışlardır. Öyle ki, günümüzde bile tefsire giriş başlığı altında yapılan çalışmaların tamamı Arapça’nın Kur’an’la kıymetlenişine mahsus sunuşlarla başlar.

Peki, Arapça nasıl bir dildi ve neden kıymetlendi?

Bu soruların cevabını,
el-Fihrist
’in sahibi
Muhammed b. İshak en-Nedîm’
den (v. 380 h) verelim:

“en-Nedim der ki: Doğruya yakın ve aklın kabul edebileceği (söz) sağlam kişilerin söyledikleridir: Arapça; Himyer, Tasm, Cedîs, İrem ve Havyel dilidir. Bunlar has Araplardır.

Hz. İsmâil Mekke’ye varıp orada yetişip büyüyünce, Cürhüm kabilesinden Muâviye b. Mudâd el-Cürhümî kolundan bir kadınla evlendi. Onlar, İsmâil’in çocuklarının dayılarıdır, onların dilini öğrenmiştir.”

Buradan devam edelim inşallah.

#Sır
#Yazı
#Metafizik
#Hz. İsmâil
#Muhammed b. İshak en-Nedîm
#Muâviye b. Mudâd el-Cürhümî
3 yıl önce
Sır ve yazının metafiziği
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak