Ufkî şehirler kurmak neden ufkîdir?

04:0028/02/2023, Salı
G: 28/02/2023, Salı
Ömer Lekesiz

Önceki yazımızı, şimdi başlığa taşıdığımız bu soru ile bitirmiştik: ‘Ufkî şehirler kurmak neden çok ufkîdir?’Buradaufukkelimesinden ufka doğru durabilmek, kendine bir ufuk edinmek, bir ufuk inşa etmek… kastedilebildiğine göre, cevap sorunun içinde yer almakta, dolayısıyla ev inşa etmede bir bina dikmenin ötesinde bir inanca, kültüre, anlayışa ve yaşayışa mahsus bir dünya kurmaya işaret edilmektedir.Bu tıpkı, “Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan

Önceki yazımızı, şimdi başlığa taşıdığımız bu soru ile bitirmiştik: ‘Ufkî şehirler kurmak neden çok ufkîdir?’

Burada
ufuk
kelimesinden ufka doğru durabilmek, kendine bir ufuk edinmek, bir ufuk inşa etmek… kastedilebildiğine göre, cevap sorunun içinde yer almakta, dolayısıyla ev inşa etmede bir bina dikmenin ötesinde bir inanca, kültüre, anlayışa ve yaşayışa mahsus bir dünya kurmaya işaret edilmektedir.

Bu tıpkı, “Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler (buyuten) edin.” mealindeki ayette (Nahl, 16:68)” kabuktan, kovandan, petekten, evden… maksadın bal / iyilik / hayır üretmeye yönelik olmasındaki gibidir.

Allah’a ibadet edilen, O’nun adının zikredildiği, İlahi emirlerin, Nebevi hayatın yeni nesillere iletildiği, öğretildiği yer olması bakımından ev, Allah indinde -inşallah- tatlı sayılan fiillerin mekanı hükmündedir.

İnsanın yaratılışında önce
kabuk
tan söz edilmesi de (bkz.: Hicr 15:28), zaten bir içten, içsel bir kuruluştan, özel bir dünyayı kendinde hıfzeden bir yapının zorunluluğundan söz edilmesi değil midir?
Dış
,
i hem taşıyan hem de tamamlayan şeydir. Diğer bir söyleyişle insan bedenindeki can ve kabuğun nerede başlayıp nerede bittiğinin bilinemeyişindeki gibi, için dıştaki ışığa, havaya, huzura, zevk almaya… olan ihtiyacına da bir sınır konulamamaktadır.
Öte yandan bu
sırlı
olan, keşfinde nihayetin söz konusu olmadığı dış ve içi, birbirlerinden ayrı şeyler oldukları halde biz bir bütünlük atfederek idrak etmeye çalışırız.
Kendimizi -varlığımızın hakikatini- bilmek bakımından önceliği olan bu idrak,
idraki idrak etmenin imkansızlığını idrak etmek
ten başlayarak bizi aynı zamanda aklımızı aşan hususları İlahî bilgi üzerinden bilebilmek suretiyle Rabbimizi bilmeye sevk etmesiyle de yine benzer bir bütüne dayanmaktadır.
Söz konusu bütüne mahsus dilinin
sırlı
olanla
aşikâr
olanı birlikte kuşatması gerektiği ortadadır. Böyle bir dil ise dünya üzerinde henüz yoktur. Dış diye nitelediğimiz
halk âlemi
ne ait -somut, sayılabilen- şeylerle, iç diye nitelediğimiz
emir âlemi
ne ait -soyut, sayılamayan- şeyler mahiyetlerindeki farklılık nedeniyle aynı dil matematiği içinde zaten toplanamamaktadır.

Zikrettiğimiz bu nedenlerle, mimaride ufkîlik konusu ancak belli bir inanca, ahlaka ya da zevke bağlı olarak somutlaştırılmak istenildiğinde zorunlu olan şiirli / şiirden bir dile yaslanıyor ki, bu da aklı kıt ya da salt maddeci telakkilere sahip olanlarca kolaylıkla sıradan bir romantizme indirgenebiliyor.

Örneğin, bizim yukarıdaki düşüncelerimiz için de sağlam bir zemin oluşturan
Turgut Cansever
’e ait “... sanıyorum, İslâm’ın bütün dünyadaki sorunu bu: Bütünü kurmak. O bütün kurulmadan girişilen teşebbüsler zahiri gelişmelerden öteye gitmiyor ... biçime ait güzelliği de inancımızın temellerinden hareket ederek kurabiliriz. Bu güzelliği kuramamışsak tevhidi yaklaşımdan yoksunuz demektir. Tevhidi yaklaşımdan yoksunsak o zaman bir nevi şirk içindeyiz demektir. Doğrusu bütün İslâm dünyasında çok yüksek sesle yapılması gereken ikaz bu gibi geliyor bana. Estetik, inancımızdan ayrı bir şey değil; eğer biz onu doğru bir şekilden kuramıyorsak iki sebebi vardır: Ya inancımız çok yanlıştır yahut inancımızla onun arasındaki bütünlüğü hissetmiyoruz demektir.” cümlelere yaslanan
Halil İbrahim Düzenli
’nin “İdeal şehir nedir?” sorusu esasında kaydettiği şu düşünceler de -mezkûr şiirli konuşmanın zorunluluğunu, indirgemeciliğin ise kofluğunu- açıkça göstermektedir:

“İdeal şehir, faziletli şehir, Osmanlı şehri, bir şehir ütopyası... 

Son zamanlarda dudak tiryakiliğine bayıldığımız ama meselenin pratiğe bakan yönünü hemen ve daima ötelediğimiz ‘şehirli’ kavramlar. İdealimizde büyüttüğümüz, ütopyalarımıza düşen, tarihte sahnelenmiş, kâğıda geçirilmiş bir sürü şehir modelimiz var. Ama model olmaktan öteye, idealden gerçeğe, ütopyadan realiteye bir türlü aktarılamayan ya da denenmeyen şehir… Buna sebep nedir? 

Bilinmez, bilinemez, tasavvur edilemez, tahayyül sınırlarını aşan bir şeylerden mi bahsediyoruz acaba? ‘Sözüne müptelayız, eylemine aşina değiliz’ mottosu anlamlı mı bu noktada? Konuştuğumuzu, dudaklarımızdan ve kalemlerimizden döküleni idrak edemeyişimiz buna sebep midir? Yoksa pratikte hükmü olmayan şeylerden mi konuşuyoruz sürekli? İdrak olmayınca inşa da olamıyor mu? 

Peki gerçeğimiz, realitemiz nelerden oluşmaktadır? Yöneticilerin ufku, inşaat bürokrasisinin zihniyeti, halkın talebi, mimarın araçları...” 

Mimar Düzenli’nin sözleriyle devam edelim inşallah.

#Mimari
#Şehir
#Turgut Cansever
#Halil İbrahim Düzenli
#Ömer Lekesiz