|
Ârif ve âlim ne demektir?

Letâifu’l-a’lâm’ında ârifi, “Hakkın nefsini müşahede ettirdiği kimse” olarak tanımlayan Kâşânî, onu şöyle genişletir:

“Ârif nefsini bilen, bunun neticesinde ise Rabbini bilen anlamında da kullanılır. Hz. Peygamber, ‘Kendini bilen rabbini bilir’ buyurmuştur. Cüneyd’e mârifet ve ârifin mahiyeti sorulmuş, şöyle cevap vermiştir: mârifet kendi hakkını ve O’nun hakkını bilmendir.” (Tasavvuf Sözlüğü, çev.: Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2004)

Ârifin bilgisindeki genişlik ve ferdiyet, aynı zamanda mârifetin tasavvufta bir makam olması cihetinden, sûfîlik tanımına da bitiştirildiği için, nispet edilişi ya da muhatapları itibariyle kimi itirazlara maruz kalmıştır.

Ebu Nasr Serrâc Tusî (v. 988), ta önceki dokuzuncu asrın sonunda, buna işaret ederek, irfânın fazileti konusunda ifrat ve tefrite düşüldüğünü; bir kesimin onu kendi sınırlarından öteye taşıdığını, bir kesimin cehalete ve taassuba tabi olarak onu oyun, eğlence ve ciddiyetsizliğe dahil ettiğini, bir kesimin takvada üstünlüğe ve zor(lu) / hikmetli söz söylemeye yorduğunu, bir kesimin de lanet ve kötüleme içinde ârif zındıkadan, dalâlet ehlinden saydıklarını söylemiştir. (El-Lümâ, çev. Kamil Yılmaz, Erkam Yayınları, İstanbul 2012)

Hal böyle olunca pozitivizmin baskın olduğu bizim zamanımızda, bir âriften / âriflikten söz etmek cesaret işi haline gelmiş, öte yandan meşrep taassubundan kaynaklanan tarikatçı kimi dizginsizlerin aşırı sevgileri nedeniyle de şeyh olarak nitelenen kimi cahillere üstün san olarak verilmiştir.

Oysa ki, her ârif sûfî değildir ve sûfî olan ariflerin büyük çoğunluğu kendilerini ifşa etmemiş ya da en azından, Mevâkıf

sahibi en-Nifferi örneğindeki gibi,

kimseyi kendilerine mürit edinmemişlerdir.

Üstelik, Şeyh Ebû Bekir Şiblî’nin “İlmin dili ibâre, mârifetin dili işarettir” söyleyişine uygun olarak, ârifler söze / konuşmaya fazla minnet etmedikleri gibi, buna gramatikal bir direnişle değil, ontolojik bir zorunlulukla tâbi olmuşlar ve dolayısıyla dünyâ hayâtını varlığın bir tür sürçmesi olarak addettikleri için küçümsediklerinden, onu sözle de olsa kıymetlendirmek istememişlerdir.

Yukarıda zikredilen tartışmaların dışında durarak, ârif kavramının bugün itibariyle Gottfried Wilhelm Leibniz’den (ö. 1716) itibaren Meister Eckhard, René Guenon, Frithjof Schuon ya da Jacques Derrida’nın lügatinde Philosophia perennis: Ezelî Hikmet / Ezelî Felsefe karşılığına sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Bu yanıyla âriflik, sadece İslam’a değil, kitap ehli diğer dinlerle, kimi mistik özlü beşeri dinlere de mahsustur. Diğer bir söyleyişle, bir Batı ya da Hint irfanından da söz edilebilir.

Kavramın yüklendiği yeni anlamla etki alanını da genişlediği için, şimdi onu kullanırken daha hassas / daha haysiyetli olmamız gerekir. Zira, İbnü’l-Arabi’nin söyleyişiyle imanî planda benzerlikler tehlikelidir ve doğru anlam asıl farkta tezahür eder. En azından, “ârifin bir ayağı şeriatta sabit, diğer ayağı pergel misali âlemde döner” şeklinde, Mevlâna’ya nispet edilerek kullanılan kelâm-ı kibar gereğince, sâbit duran tek ayağın çabuk yorulacağını gözden ırak tutmamamız elzemdir.

Bu konuda sevgili okurlarımı daha geniş bilgi edinmeleri için, Hüseyin Yılmaz’ın Ezeli Hikmet ve Dinler adlı kitabına yönlendirerek (İnsan Yayınları, İstanbul 2003), yine ana hatlarıyla bu defa âlim kavramını ele almak istiyorum:

Arapça ‘lm kökünden gelen âlim ilim sahibi, bilen, bilici demektir.

Âlim, derece olarak ilminin kapsayıcılığı yönünden mütefekkirin altında, kesp eden olmakla da ârifin üstündedir.

Allah’ın alîm, insanın âlim olduğunu vurgulayarak, âlimin ancak el- Alîm’in iminden pay alabileceğini belirten İbnü’l-Arabî, insanın kemalinin sadece aklından kaynaklandığını, bunun Allah’ın onun üzerindeki haklarını bilerek yerine getirmeye çalışması demek olduğunu söylemiş, ilim sâhibi olmadaki insani ve iradi gayretin değeri yönünden de âlimi ârifin önüne almıştır.

Abdürrezzak Kâşânî de bundan hareketle, Istılâhâtu’s-Sûfiyye’sinde, âlim kelimesini şöyle anlamlandırmıştır:

“Allah Teâlâ’nın zâtına, sıfatlarına, isimlerine ve fiillerine bir müşâhede sonucu değil de yakinen muttali kıldığı kimsedir. Yakin ise müşahededen üstündür.” (Sûfîlerin Kavramları, çev.: Abdurrezzak Tek, Bursa Akademi, Bursa 2014)

Âlimin değeri ve ona duyulan ihtiyaç, genelin malumu olduğundan burada söyleyeceğimiz her şey onun güzellemesine bir katkıda bulunmaktan ibaret olacaktır.

O halde şimdilik âlim olmakla, bir teolojizme hizmet etmek arasındaki farka dikkat çekerek bitirelim bu yazımızı.

#Arif
#Alim
#Tasavvuf
4 yıl önce
Ârif ve âlim ne demektir?
Zekat ve kurban
Aşılamada ilk sonuçlar geldi: Sağlık Bakanı Koca’dan sevindirici haberler var
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm