|
Haydar Keskin’e rahmet

Kırıkkale’de mukim olan Haydar Keskin, yetmiş üç yaşında rahmete erdi ve dün dostları tarafından ahiret dünyasına yolcu edildi.

Her vefat haberi, vefat edenle bir hukuku olmayanlar için kuru bir bildirimden ibarettir. Zira, ölen daima bir başkasıdır ve inmesine ramak kalmış bir kılıç gibi daima başımızın üstünde asılı duran ölüme dair her bahisten hızla kaçmak yaşayanların ortak özelliğidir.

Ama vefat edenle özel bir hukuku olanlar için bu böyle değildir. Onlar için zikrettiğim esasa dahil ölüm, ölen üzerinden yaşanmış bir zamanın, hüzün içinde yeniden kat edilmesidir; hem bir tür idrakin açılmasıdır hem de zihnin derinlerinde uyuyan hatıralarının uyanması ve onların tekrar kendi üstlerine kapanmadır. Dolayısıyla bu manadaki bir ölüm, ölenin toprakta hıfz edilmesine koşut olarak, ölenle ilişkisinin düzeyine göre yaşayanın zihninde bir açılmaya neden olur ve buna bağlı olarak, ölen hakkında konuşan herkes aslında kendisini konuşur.

Bu zorunluluğu mümkün olabildiğince aşarak Haydar Keskin’den söz edebilmeyi çok isterim. Çünkü o yaşayışıyla; dünyaya bakışıyla; imanında ve buna uygun düşünüşünde musir oluşuyla; bilgiyi kendinde keteden değil onu gençlerin istifadesine sunan biri olmasıyla... bunu fazlasıyla hak etmektedir.

Sırtı Azapoğlu Camii’ne yaslanmış bir binanın ilk katında bir inşaat mühendisliği bürosu... Haydar abinin kuzenlerinden Kemal Keskin sınıf arkadaşımdı, bu büroya da sanırım onun vesilesiyle gitmiş ve Haydar abiyle orada tanışmış olmalıyım.

Büro dediğim yer, işlevi itibariyle asılında, tarikatı olmayan bir tekkedir. Çünkü orada kağıda işlenmiş bir plan projeye hiç rastlamadım, ama bunun aksine kağıda dökülmemiş ve fiili bir uygulama gerektirmeyen, zamanın dinamiklerine göre içerik, yön ve yoğunluk kazanan nice kültür projelerine tanık, taraf ve mürit oldum.

Zaten, yolu bu büroya çıkanların ilk hareket noktası çoğunlukla merhum Fehmi Karakaya’nın kitabevi olurdu. Bu da büroda kitapla, dergiyle, gazeteyle, sohbetle, tartışmayla... hemhal olunması demekti.

Haydar abi, çok ve okuduğunu iyi okuyan biri olmasının ötesinde, kendi bilgilerinin başka zihinlerdeki izdüşümlerini merak eden ve has bir okur bulduğunda bunu sakin, ince bir üslupla elde etmeyi de iyi bilen biriydi.

Her zaman, onun mana / maneviyat yönden bir ikizi olarak gördüğüm Süreyya Kahraman ise, haydar abideki sakinliğin, Sokrat tarzı merakla başkalarının bilgisini sağmanın aksine, ince zekasıyla muhataplarını bilgi yönünden hızlı bir elemeye tabi tutup, hak edenleri Haydar abiye havale ederek, kalanlarıyla mizah yapmanın keyfine varırdı. Büronun gediklilerinden olan merhum Hacı Metin Bal, Cemil Dilsiz, Mevlüt Ünlü, İlyas Kolukısa, Veli Korkmaz, Abdullah Hayvacı... ise, o anki ahvaline uygun olarak, Haydar ve Süreyya abilerden birine tabi olup, entelektüel rızıklarına erişmiş olurlardı.

Söz konusu büro Kırıkkale dışından gelen dava sahiplerinin, düşünürlerin, münevverlerin de uğrak yeriydi. Onlar sayesinde, merkezinde başlatan ve yönlendiren olarak hep Haydar ve Süreyya abilerin yer aldığı sohbetlerin tadına da doyum olmazdı. Bu manada Ankara’da mukim bir Kırıkkaleli olarak merhum Ahmet Arıca’nın büroya gelişlerinde adeta bayram havası eser, kültürden siyasete, ilahiyattan felsefeye... her biri bir zeka ürünü olan esprilerin, şakaların eşliğinde düşünce fırtınaları estirilirdi.

‘90’lı yılların başında Halil Şalış, İsmail Altan Akgün ve Yusuf Özer’le birlikte Kırıkkale Üniversitesi’nin kurucu ekibinde Haydar abiyle beraber çalışma şansına eriştik. Bizim işlerimize mahsus olan doğrultucu, uyarıcı katkılarının ötesinde, bugün üniversite kampüsü olarak anılan yerdeki her yapıda, peyzajda herkesten önce ve yine herkesten çok Haydar abinin emeği vardır.

Bugünden geriye baktığımda aklımın bir Müslüman aklı olarak inşasında, Haydar abi baş başta gelmek üzere, mezkur büronun müdavimlerinin derin etkisini görebiliyorum.

Bu manada, zikrettiğim isimlerin her biri bir vakıf insanıydı. Gündüz büroda başlayıp, geceleri evlerde süren sohbetlerin tek maksadı, gemini koparmış azgın bir at gibi hayırdan çok şer kişneyen dünyada, Müslümanca bir düşünmenin yolunu bulmak ve zamanını, mesaisini ona teksif etmekti.

Haydar abi, o vakıf insanlarının Kırıkkale’deki ilkiydi; bu cihetle şuurlu bir zahmeti üstlenen, başkalarının da üstlenmesine vesile olandı.

O, çağıl çağıl akan bir bilgi çeşmesinin hem koruyucusu hem de sakasıydı.

Eşi hanımefendiye, iki mahdumuna ve kerimelerine, dostlarına, arkadaşlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

#​Kırıkkale
#Haydar Keskin
#Üniversite
4 yıl önce
Haydar Keskin’e rahmet
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’