Buradan baktığımızda, insan, varlık nedir sorunu cevapladıktan sonra mı kendisinin neliğini sormaya yönelir, yoksa kendisini bildikten sonra mı varlık nedir diye sorar şeklinde bir öncelik problemi üretmenin bu iki kitapla önü alınmış gibidir.
Zira, hangisi önce okunursa okunsun, sonuçta insan’a dair bir okuma yapılmış olunacağı için aynı kapıya çıkılacaktır. Diğer bir söyleyişle her iki soruyu da varlıkta, sadece insan sorabileceği için, cevapta da yine insanın kendisine dönülmüş olunacaktır.
Bu manada, iki kitap, birbirlerini tamamlayan değil, bilakis aynı muhtevaya sahip olmakla, yukarıda zikrettiğim alt başlıklar esasında her iki sorunun cevabını merak edenler için, elde hazır bir kazançtır.
“Kitapta önce felsefe geleneğinin varlık tasavvuru, ardından da bu tasavvurun kelam ve tasavvuf geleneğine etkisi ele alınmaktadır. Felsefe geleneğinin varlık tasavvuruna ilişkin anlatılar, varlık kavramının tahlilinden başlayıp varlığın arasında araştırma konusu şeklinde taksimine uzanan bir anlatım düzeyinden oluşmaktadır. Bu varlık tasavvurunun kelam ve tasavvuf geleneklerine etkisinin incelendiği başlıklarda ise felsefenin kelamcı ve mutasavvıflar tarafından nasıl tevarüs edildiği meselesi tartışılmaktadır.”
“On dört makalenin yer aldığı çalışma, İslam düşünce geleneğindeki farklı disiplinler ve bu disiplinler içerisindeki farklı okulların insanın ne olduğu ve ondan gerçekte neyin beklendiği sorusuna verdikleri cevapları soruşturmaktadır. Hepsi de insan yaşamını daimi bir sınama içerisinde ilerleyen uzun bir hikaye olarak değerlendiren bu perspektifler için insan, hep ‘olunan’ bir şeydir. Dolayısıyla doğmak suretiyle sadece insan olma yönünde bir kabiliyet elde ederiz. Bu kabiliyeti yönlendiren temel faktörler, onun nereye yönelmesi gerektiği ve tahakkuk alanları, insanın mahiyetine ilişkin değerlendirmelerin önemli başlıklarını teşkil eder. Bu çalışmadaki makaleler de bu sorular üzerinden ilerleyerek, bir yandan felsefe, kelam, tasavvuf ve fıkıh geleneklerinde insanın mahiyetini soruştururken, diğer yandan bu perspektiflerin güncel imkanlarını derinleştirmektedir.”
Genel kültür merakına tabi bir okur gözüyle söyleyecek olursam, her iki kitap da vaadlerini bihakkın yerine getirmişler. Kendi faydalanışıma binaen her iki kitabın birlikte okunmasını, kendi kulvarımdaki okurlara tavsiye ediyorum.
Bu nedenle, iki kıymetli bilim adamımız olarak Ömer Türker ile İbrahim Halil Üçer’e, İLEM’in gayretkeş ve uz görülü yöneticilerine şunu sormalıyım:
Umuyorum ki, iki kitapla somutlaşan çabalar buna da evrilecektir.