|
“İlahî Kelâm’ın Sırları” 2
Ekrem Demirli’
nin tercüme ettiği,
Kuşeyrî’nin Letâifü’l-İşârât / İlahî Kelâm’ın Sırları
adlı İşârî tefsiriyle ilgili önceki yazımızı, “başta İbnü’l-Arabî olmak üzere, büyüklerimiz tarafından ‘Allah’ın adamları’ndan’ biri olarak nitelenen Kuşeyrî’nin tefsirine dikkatlerimizi yöneltmemiz; onun ilminden istifade etmemiz, görevimizdir.” diyerek bitirmiştik.
Bu,
İşârî bir Eş‘arî
tefsir olması esasında, tercüme edilen metinin, Eş‘arîlik esasında neden özel bir değerlendirme yazısına ihtiyaç duyduğuna dair ulaştığımız hükmün yaslandığı hassasiyete mahsus bir beyandır ki, Kuşeyrî’nin, tefsirinin önsözünde “Bu kitabımız onların sözlerinin anlamlarını veya usullerinin hükmüne göre
marifet ehlinin diliyle
Kur’an’ın işaretlerinin bir kısmını zikretmekle ilgilidir.” diye vurgulaması, söz konusu beyanın sebebini de mündemiçtir.
Nitekim,
Şûra
suresinin 9-10. ayetlerinin tefsirinde “Onun (Kur’an’ın) hükmü Allah’a aittir” ibaresi hakkında şu açıklama getirilmiştir: “Yani (iş) Allah’ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine, ümmetin icmaına, kıyasın delillerine kalmıştır. Dinde hüküm bu kaynaklar ile çıkartılır, binaenaleyh bunlar, şeriatın kanunudur ve hepsi Allah’ın kitabından (meşruiyet kazanır.) Çünkü hepsinin doğruluğuna delil teşkil eden Allah’ın kitabıdır.” (s.1885).

Bu manada keşfe ya da açılmaya tabi olan işaret ise, Ekrem Demirli’nin kelimeleriyle “sûfîlerin nass yorumlarına verilen genel isimdir. Kelime ‘eşaret ileyye’ şeklindeki bir tabirden gelir. anlamı ‘ayet bana şunu işaret etti ki’ demektir. Burada ayet ve hadislere sûfîlerin nasıl yaşlaştıklarını görmekteyiz: Onlar için bir ayet akide alanında bir hüküm ifade ediyorsa onun tefsiri veya hükmü belli bir yöntemle tespit edilir (istinbat veya tesir). Bu hüküm derecesine göre bağlayıcı bir bilgidir. Buna mukabil aynı ayet bize başka hususları da çağrıştırabilir. Ayetin çağrıştırdığı anlamlar ise işârî yorum kabul edilir. Bununla birlikte mesele ahlaki konularla ilgili olduğunda durum farklıdır. Sûfîler, bu ayetlerin yorumunun sûfîlerce yapılabileceğini ve tasavvufun ilgi alanına gireceğini savunurlar. Kuşeyrî’nin tefsiri fıkıh-akide alanında ikinci yorum, ahlak alanında ise birinci yorum anlamına gelen bir işârî tefsir olarak kabul edilir.”

Kuşeyrî’nin tefsiri, şimdi zikredilen bilgi/hüküm düzeylerinin Sünnîlik planında gözetilmesi ve tasavvuf usulünün –aynı zamanda kendi meşruiyeti esasında– ilk temel kaynak olan Kur’an’ın tefsiri yoluyla tesisi bakımından sorunsuzluğuyla muteberdir.

Hemen burada ifade etmeliyiz ki, bu tefsirde ilk okuyuşta anlayamadığımız ya da manasının maksadında tereddüde düştüğümüz kimi hususlar, bizim onlarla müfessirinin kendi dilinden ve anlama şartlarından kopmuş olarak muhatap oluşumuzdandır. Diğer bir söyleyişle Kuşeyrî’yi bizim
şimdiki
dilimize ve anlayış tarzımıza göre okuyuşumuzdan; onun hakiki bağlam dizgesini tahrip ettiğimizin farkında olmaksızın bugüne taşımak isteyişimizdendir.
Gerçi, Kuşeyrî’nin tefsirinde buna mahsus bir sezgiyi taşıdığını görmemiz de mümkündür. O, ayetlerin çoğunu zahiren tefsir ettikten sonra, işarî tefsirini ayrıca kaydeder ki, ilkin işarî olarak tefsir ettiği ayetin zahirine de tekrar dönmez. Kaldı ki, zaten
marifet ehlinin diline göre
bir tefsir şeklinin daha baştan benimsenmiş olması nedeniyle de,
Letâifü’l-İşârât
ilk muhataplarını kendiliğinden sınırlandırır.
Buna göre onun ilk muhatapları
tasavvuf usulünün
ve
müessesinin
yapısıyla ilgili bilgiler ve belgeler hakkında çalışanlarla, tasavvufu kendi zihniyetinin asli bilgi menzillerinden biri olarak görüp, onu kendi zamanına ve geleceğe taşımak isteyenlerdir. Bu bakımdan Letâifü’l-İşârât’ı “malumat kabilinden” okumanın, okuyanına fazla bir fayda sağlamayacağına hükmetmek mümkündür.
İlk muhatapları bakımından bu tefsir, mümbit bir maden hükmündedir. Örneğin Kuşeyrî, şu kısacık ifadesinde
on dört
tasavvufî ıstılâhı birlikte zikretmiştir: “Sonra
tövbe
ile tekrar
uyanış
gerçekleşir.
Hâllerde
onlar üzerinde bu şekilde tekrarlanır.
Kâlp
ehline gelirsek, onların halleri de
kabz
ve
bast
, sonra
heybet
ve
üns
, sonra
tecellî
ve
setr
, sonra
bekâ
ve
fenâ
, sonra
sekr
ve
sahv
arasında ardışık olarak gelir.” (s.1571)
Bu değerli ve tercümesi bakımından zahmetli tefsirin,
editörü
nün önemli kusurları nedeniyle gölgelenmiş olması ise, bir üzüntünün sebebidir. Daha baştan, sanki hiç musahhih eli değmeden hazırlanmış gibi görünen tefsirde, seçilmiş olan bilgisayar hattının da,
Hafız Osman
hattına alışmış olanların gözlerini çokça yoracağı aşikardır.
#İlahî
#Kelâm
3 yıl önce
“İlahî Kelâm’ın Sırları” 2
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti