|
Kontrollü sosyal hayatın ekonomisi

Kontrollü sosyal hayat deyimindeki, kontrollü kelimesinin ironik bir yönü var. Normalde bu kelimeden ilk kastedilen şey, insanların Covid-19’a maruz kalmamaları için alınması zorunlu tedbirler iken, yeni yönetme ve yönetilme tarzının toplum üzerinde oluşturabileceği muhtemel baskı ve zorluk anlamını da taşıyor.

Bu ikinci anlamıyla kontrol kelimesi, doğal olarak bizi, ilgili kontrolün tesisinde baş vurulacak düşünce, yol ve yöntemlerin pratiğinden önce nazariyatına yöneltiyor.

Salgın hastalıklar, klinik sorunlar, biyolojik silahlar, ilgili komplo teorileri vb. üzerine belli oranda yazılıp çizilmiş olsa da, Covid-19’un, entelektüelleri aptallaştıracak bir hızla yayılarak, nazariyatsız bir ortama “pat” diye düşüverdiği malumdur.

Dolayısıyla, ilk bakışta mevcut durumlara uygun gibi görünen, ama düşünülmüş düşünce ile tahkim edilmemiş, mahiyetleri ve işlevleri yönünden üzerlerinde henüz uzlaşılmamış kontrollü sosyal hayat, yeni normallik vb. kavramlar konusunda çekinceli davranmak zorundayız.

Bu zorunluluk da bizi, yeni dispozitifin, mevcut deneyimlere bakarak, her şeyden önce din / inanç esasında konumlanacağı düşüncesine götürdüğü için, kontrollü sosyal hayatta dinin rolünün ne olacağı merakını da yöneltmektedir.

Bu bağlamda, Carl Schmitt’in aydınlarca benimsenen şu görüşünü iletmemiz iyi olacaktır:

“Modern devlet kuramının bütün önemli kavramları, dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramlarıdır. Sadece tarihsel gelişimleri dolayısıyla değil, -çünkü bu kavramlar ilahiyattan devlet kuramına aktarılmışlardır, örneğin her şeye kadir Tanrı, her şeye kadir kanun koyucuya dönüşmüştür- bu kavramlar, sosyolojik yönden incelenmesi için anlaşılması gereken sistematik yapıları dolayısıyla da dünyevileştirilmişlerdir. Olağanüstü halin hukuk için taşıdığı anlam, mucizenin ilahiyat için taşıdığı anlama benzer. Yalnızca bu benzerlik akılda tutularak devlet felsefesine ilişkin fikirlerin son yüzyılda kaydettiği gelişim anlaşılabilir.” (Siyasi İlahiyat, çev.: A. Emre Zeybekoğlu, Dost Kitabevi, Ankara 2010)

Schmitt’in, bu görüşünü, modern hukuk devleti düşüncesinin doğuşunda, deizm ve mucizeyi dünyadan kovan bir ilahiyat ile metafizikten güç almasına ve Aydınlanma tarafından olağanüstü halin her reddedilmesine bağlaması ilginçtir. Zira mezkur görüşü geçerli olsa da, Covid-19’a ait tedbirler esasında dünyanın çok büyük bir bölümünde başvurulan olağanüstü hal ilanları ve halkların buna gösterdiği uyum, sıcak bir karşı örnek olarak önümüzde durmaktadır.

Bu vesileyle, benzer bağlamda bir “erken öten bir horoz” vakasından daha söz edebiliriz: Byung-Chul Han, artık viral bir çağda yaşamadığımızı vehmederek, şu sakil ve geçersiz görüşe kapılmaktan kurtulamamıştır: “Geçtiğimiz yüzyıl bir bağışıklık çağıdır. İç ile dış, dost ile düşman veya kendi ile yabancının açık seçik ayrımlarla ele alındığı bir çağdır. Soğuk Savaş da bu bağışıklık şemasını takip etmiştir.” (Yorgunluk Toplumu, çev.: Samet Yalçın, Açılım Kitap, İstanbul 2015)

Hal böyle olunca, yukarıda da zikrettiğimiz şekliyle hassasiyet gösterdiğimiz din / inanç konusunun Hristiyani teslis, oikonomia / ekonomi ve özneleştirmeyle ilişkisi üzerinden bakmayı denememizin iyi olacağını düşündük. Çünkü, dünyevileştirme / dinsizleştirme adına ne aldıysak dinden aldık ve öyle görülüyor ki kontrollü sosyal hayat adına ne alacaksak o da önce din tanımlı olacaktır.

Bunun için, Giorgio Agamben’in desteğiyle, biraz eskilere gitmemiz gerekecek. Ne de olsa, Schmitt’in zikrettiği düzeyde, dünya genelinde, özü malum olan modern hukuk devletlerinde yaşıyoruz.

Agamben’e göre, MS 2. yüzyılda Tanrı figürü Baba, Oğul ve Kutsal ruh şeklinde tartışmaya açıldığında, Kilise içindeki aklı selim ruhbanlar bunun Hristiyanlıkta çoktanrıcılığa hatta putperestliğe dönüşmesinden büyük endişe duyarak karşı çıkıyorlar. Teslis’i gerekli gören muarızları ise, son tahlilde onları da ikna olmaya mecbur eden şu görüşü ileri sürüyorlar:

“Tanrı, varlığı ve özü itibariyle elbette birdir; fakat oikonomia’sına, yani hanesini ve hayatını yarattığı alemi nasıl yöneteceğine gelindiğinde üçlüdür. Nasıl iyi bir baba, iktidarından ve tekliğinden zerre kaybetmeksizin bazı memuriyet ve görevlerin sorumluluğunu oğluna emanet edebilirse, Tanrı da İsa’ya insan tarihinin ‘ekonomisi’ni, yani faal idaresini emanet etmiştir.”

Bundan hareketle Agamben, böylece oikonomia teriminin özel anlam kazanarak, günahların ıslahı ve kurtuluş ekonomisi anlamlarına gelmeye başladığını söylüyor.

Buradan devam edelim inşallah.

#Covid-19
#Giorgio Agamben
#Siyasi İlahiyat
4 yıl önce
Kontrollü sosyal hayatın ekonomisi
Gözler Semih'i aradı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!