|
Kur’an’ın kırâati, tilâveti sanata dahil midir?
Kubbetü’s-Sahra
’nın iç ve dış yüzeylerindeki hatlar, müstakil bir tezyin uygulaması olarak da nitelenmekle birlikte, mescitte yer almaları bakımından, buradaki ibadete ve duaya esas olan Kur’an’la doğrudan irtibatlı oldukları için, ilâhî kelâmın ses ve söz ile tekrarlanışlarıyla farklı kalıplara dökülerek, ilk formlarını aşıp, mekanın tamamına yayılırlar.
Zira
Kur’an’ın kırâatı
ve
tilâveti
, onun hattından öncedir. Tıpkı
Peygamber Efendimizin
kalbinin, vahiy için dünya bilgisinden ve esâtîrden
boşaltılmış
olması bakımından
ümmî
kılınmasındaki gibi, Müslüman zihinler de bu ümmîlikten/boşaltılmışlıktan
nasipli
olarak
Kelime-i Şehadet’
i getirdikleri andan itibaren, kendilerini Kur’an’a açmakla kalmaz, toplu ibadet mekanları (mescitler) başta gelmek üzere onu kendileri ve dolayısıyla toplumları için hat, kıraat ve tilavet yoluyla sürekli bir görünürlüğe taşırlar.
Buradan bakıldığında ne hat ne de kırâat ile tilvâlet, mezkur duruma tabi olarak
sanata dahil edilemezler.
Ancak özel form ve tezhibiyle hat ve kırâat ile tilâvet zaten özlerinde var olan güzelliklerinin yetkinleştirilmesi maksadıyla, hem sanata kendinden bir pay aktarır hem de sanattan bir pay alırlar. Öyle ki, bunlara dair ilimler bile, sistemli bir talim ve terbiyeye konu olmadan önce, aileleri ve çevrelerindekiler tarafından, sanki onların çaylarına şeker karıştırırcasına Müslümanlara dolaysız, şartsız bir şekilde öğretilir. Çünkü mesele
iman
ve
ibadet
tir ki, bu ikisi ilk bakışta hiçbir zorlamaya, şartlandırmaya tabi değildir.

Konumuzu İslam yazısı olarak hat üzerinden az da olsa anlattığımıza göre, şimdi eriştiğimiz bu yeni konuya önce kırâat ve tilâvetin tanımları ile manaları üzerinden bakabiliriz.

Fakat, hazır Kur’an’ın iman ve ibadet esasında bir Müslüman tarafından dolaysız olarak öğrenilmesinden bahsetmişken, bu konuyu çocukluğumdan beri aklımda yer tutmuş olan bir örnekle çerçevelememin faydalı olacağını sanıyorum:

Şu hikayeyi merhum babamdan dinlemiştim:

Cumhuriyet’in
ilk Akdağmadeni müftüsü
olan
Ozanlı Mehmet Efendi,
yaşının ilerlemesi nedeniyle emekli olduktan sonra, ilçenin merkez camiine hafız olan yeni bir imam-hatip atanmış. Vakit namazlarını bu camide kılan Mehmet Efendi, genç imamın çok yüksek sesle yaptığı tilavetinden pek hoşnut kalmasa da imam olması bakımından ona tabi olmayı sürdürmüş. Ancak bir vakit, iki vakit... derken Mehmet Efendi daha fazla dayanamayıp, bir namaz çıkışında imamı bekleyerek ona ‘İmam efendi evladım, hoş geldiniz, Rabbimiz ilminizi ve ses kabiliyetinizi artırsın, ama tilavetlerinizi n’ola biraz daha sakin ve tatlı bir sesle icra etseniz” diye ricada bulunmuş. Mehmet Efendi’yi tanımayan imam, bilgisinin çokluğunu da beyan tahtında,
Müzzemmil suresi
ndeki ilgili ayeti okuyarak, “Bakın efendi, Allah bile ‘tertîlen... tertîlâ’ buyuruyor” deyince, yakınlarının öfkesine çok nadiren tanık oldukları Müftü Efendi, asasına yaslanarak, hiddetle “Ah be hafız evladım, Allah Teala ‘tertîlen... tertîlâ’ buyuruyor, ‘yırtîlen yırtîlâ’ değil” diye kükrüyor.
Bana, merhum babam tarafından anlatılan bu hikayenin, yukarıdaki “dolaysız öğrenme” şeklindeki vurgumu yeterince açtığını umuyorum. Babamın bu hikayeyi hangi nedenle anlattığını şimdi hatırlamamakla birlikte, Kur’an’ın kırâat ve tilâvetine mahsus bir
edebin
öğretilmesini mündemiç olduğunu biliyorum. Çünkü, merhum dedem, ilimde Mehmet Efendiden icazetliydi, babam da ilk dini bilgilerini babasından almış biri olarak, benim dedemle birlikte ilk hocamdı.

Bu öğretiş som bir Müslümanca idrakin konusu olarak sanatın “se”siyle bile ilişkili değildi; ibadet etmekle ve öncelikle buna mahsus olarak Kur’an’ın kırâatinde ve tilâvetinde onun zaten var olan güzelliğini yeni ve özel bir gayretle daha açığa çıkarmaya, ileriye taşımaya yönelikti.

Peki kırâat ve tilâvet nedir?

Kırâat
’in kelime anlamı telaffuz etme, okuma, okuma eylemidir.

Kur’an’ı kıraat ilminin kurallarına uygun bir şekilde tecvit üzere okumaktır. Ki, aynı zamanda –Taşköprîzâde’nin kelimeleriyle “Mütevatir ihtilaf vecihleri bakımından Allah kelamı olan Kur’an-ı Kerim’in nazmının şekillerinden bahseden bir ilim dalıdır.”

Tilâvet
ise, okumak, tabi olmak demektir; mastar olarak izlemek, peşi sıra gitmek, uymak anlamındadır. Istılahta, Kur’an’ı en güzel sesle ve nazil olduğu dilin kurallarına göre okumaktır.

İlahi kitapların kendilerine mahsus bir okuma şekli vardır. Şabat günlerinde, Kudüs surlarının üstünde gezenler bilirler ki kimi Yahudiler orada kendi kitaplarını okurlar.

#Kur’an
3 yıl önce
Kur’an’ın kırâati, tilâveti sanata dahil midir?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi