Çünkü atıl bir iş gücünün zevke bağlı olarak harekete geçirilmesi ve bu sayede unutulmaya yüz tutmuş zanaatların tekrar kültürel hayata kazandırılması, ciddiye alınması gereken bir çabadır.
Böylelikle çocuklarını okutmuş, başgöz etmiş ve yalnızlaşmış kadınların hayata tutunmaya devam edecekleri bir ortam oluşturulduğu gibi, yapacak daha iyi işleri olmayan genç kızların bir şeyler üretmenin keyfiyle boş zamanlarını dolduracakları bir ortam da doğurulmuş olmaktadır.
Buradan baktığımızda konuyla ilgili bir problem görülmüyor hatta ilgililerinin “on yılda on bin sanatçı yetiştirdik” şeklindeki rapor kayıtları da ciddi bir veri olarak
tarihin bağrına yazılmış olunuyor.
Olunuyor olunmasına da işte şu “on bin sanatçı meselesi” biraz problem çıkartıyor.
Hatırlarsanız yanlış planlamaydı, sosyal ve eğitimsel zorunluluktu filan derken seksenli yıllarda özellikle ziraat alanında bir mühendis patlaması yaşanmıştı.
Öyle bir patlama ki, mühendis oğlu için iyi bir aile kızına dünürcü gidene, kız babaları “sizin oğlan essah mühendis mi, yoksa ziraat mühendisi mi” diye sorar olmuşlardı.
Şimdi de kimi idarecilerin şu “on bin sanatçı” övünüşleri yüzünden aynı şey tersinden yaşanmaya başlanmak üzere. “Bizim kız sanatçı oldu” diyene, “essah sanatçı mı yoksa atölye sanatçısı mı?” diye sorulması da giderek kaçınılmaz olacak gibi görünüyor.
Konu artık buraya dayandığı için takkemizi önümüze alıp düşünmemiz gerekiyor.
Belli ki şimdiye kadar bunu sormamışız. Bu yüzden şimdi sanatçı enflasyonu konuşuyoruz.
“Geleneksel el sanatları” yerine “hat ve kitap sanatları” kavramını esas alarak konuyu hat, minyatür ve ebru ile sınırlandırdığımızda özellikle bu üç sanatın, el yeteneğinin geliştirilmesinden çok daha fazla, bunlara özgü bir ahlakın edinilmesiyle kazanıldığını söylememiz gerekir.
“Bunlara özgü ahlak” derken hat sanatını esas alarak ne kastettiğimi arz edeyim: Hat sanatında ısrarlı iseniz, hafız değilseniz bile en azından bir hafız kadar Kur’an’a vakıf olmanın gayreti içinde olmalısınız. Bu sanatta Kur’an’ın tümünü değil, belli kelimelerini, ayetlerini esas alacağınız ve dolayısıyla onunla Furkan olarak irtibat kuracağınız için, hem bu irtibatın edebini hem de Furkan’daki incelikleri; harflere mahsus özel dili, İslam yazısını ve istifini bilme azim ve gayretini kuşanmanız gerekir.
Söz konusu talim ve terbiyeyle, bu tarz bir bilmenin yolu ise atölyeden değil, camiden, kürsüden, kütüphaneden ve ömrünü bu işe vakfetmiş gerçek icazet sahibi bir hattatın rahlesinden, maddi ve manevi terbiyesinden geçer.