|
İnsan: Yaratılanın en şereflisi

Kendinin bilincinde olan ve kendini tanımlayabilen biricik varlık insandır.

Başka hiçbir canlı kendi beninin bilincinde değildir.

Hayvanın dış etkenler karşısında tutum alması, kendi beninin bilincinde olduğu anlamını taşımıyor. O, dış etkenler karşısında korkuyla veya sempatiyle bir tutum alıyorsa, bu, tümüyle kendi benini koruma veya savunma güdüsüyle ilgilidir.

Hayvan dış etkene karşı ancak korkup kaçma tepkisini gösterir. Veya içgüdüsüne sempatik gelen etkene karşı yaklaşma güdüsüyle davranır. Acıkmışsa, susamışsa bu duygusunun tatmini olarak içgüdüsü ne buyuruyorsa onu yerine getirir. Buradaki davranış özelliği, içgüdüsünün onu sürüklediği istikamete kaçınılmaz olarak sürüklenme olgusudur. O, sadece buna uyar ve onun gereğini yerine getirir, ne fazlası ne eksiği ile…

Oysa insan içgüdüsünün öngörüsüne uyarken de bilinçli bir tutum ile o davranışa karar verir.

Bu nedenle insan kadim çağlardan bu yana “eşrefimahlukat” (yaratılmışların en şereflisi) olarak tanımlanmıştır.

İşbu temel kadim belirleme günümüze kadar geçerliğini sürdürdü. Ancak Hristiyan Batı dünyası, öteki konularda olduğu gibi insanı tanımlamada da bir uçtan ötekine savrulup durdu.

Kilise’nin gücü elinde tuttuğu dönemlerde onun buyrukları karşısında tümüyle edilgin bir konuma itilmiş olan insan, hümanizma hareketiyle Kilise karşısında güç gösterisine sıvandı. Kilise’nin soygunu, vurgunu, talanı karşısında başkaldıran bir insan profili ortaya çıkarmak gerekiyordu. O profil, Kilise karşısında işlevini yerine getirip bitirdikten sonra, insanın varlık tarzı üzerine yeni tanımlar geliştirilmeye başlandı. İnsanı olduğundan küçük ve aciz göstermek isteyen anlayış tarzından, onun da en sonunda bir doğa varlığı olarak alelade olduğu görüşüne kadar, çeşitli tanımlarla onu yelpazenin bir kanadına sıkıştırmak isteyen çeşitli görüşler öngörüldü.

Nietzsche Kutsal Kitab’ın tanımladığı insan kavramını reddederek onun yerine “üstinsan” tanımı üzerinden fikrini geliştirdi. Böylece hümanizmanın insan algısına da bir sıçrama yaptırmış oldu.

Sartre, insan yapıp etmeleriyle kendini gerçekleştirir derken onu kutsalla olan bağlantısından koparmaya çalışıyordu.

İnsanı sil baştan algılamaya ve onun kutsala olan nispetini koparmaya dönük algılama tarzı olsun, yapay zekâ ve insan yerine geçmesine uğraştıkları robot çalışmaları olsun, onu “eşrefimahlukat” konumundan ve tahtından indirmeye matuf çalışmalar cümlesindendir…

Ancak bu tür teşebbüslerde bulunanların gözden kaçırdığı bir husus var: bütün bu çabalar her halükârda insanın eşrefimahlukat olmasının yüzü suyu hürmetine gerçekleştiriliyor. Ve her halükârda onu o tahttan indirmenin üstesinden gelemiyor.

İnsan kendi var oluşunun hikmetini reddederken de kendi var oluş hikmetinin içinde mahsur kalıyor. Böylece onun insan olma şanından bir şey eksiltilmiyor. Eksilen ancak onu indirgemeye kalkışanın kendi şahsından eksiliyor, o kadar, insanın var oluş şartından değil…

Son söz şu: ahsenitakvim ve eşrefimahlukat üzere yaratılmış olan insan, kul olarak, onu böyle yaratmış olan Yaradan’a şükran borçludur. Bu borcu, ancak kendine öngörülen şartı yerine getirmek suretiyle ödemeye başlayabilir. O öngörülerin ne olduğu Kitap’ta ve Sünnet’te belirlenmiştir.

#İnsan
#Hayvan
#Hristiyan
#Kilise
#Nietzsche
#Sartre
3 yıl önce
İnsan: Yaratılanın en şereflisi
Kara dinlilerle milletin savaşı
Diğerleri çok mu iyi?
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…