|
İki acı kayıp: Ferhat Koç ve Ahmet Kekeç

İki gün önce koronadan vefat eden değerli gazeteci arkadaşımız Ferhat Koç’un acısını dindirmeye zaman bulamadan, şimdi Ahmet Kekeç’in aynı hastalıktan bekâ âlemine geçtiğini öğreniyoruz.

Ferhat Koç uzun yılar “Millî Gazete”nin Ankara bürosunda hizmet verdi. Sakin ama dikkatli, gözlemci bir mizacı vardı. Olayların ve kişilerin mizahla anlatılabilecek yanlarını anında keşfederdi. Erbakan Hoca’nın yakınıydı, onunla ilgili yüklü bir dağarcığı vardı. Yakın arkadaşları, başta İbrahim Halil Çelik, D. Mehmet Doğan, İbrahim Ulvi Yavuz olmak üzere anılarını kaleme alması hususunda ısrar etmelerine rağmen yazmadı. Çelik’in dediği gibi sanırım yazmaktan çok anlatmasını seviyordu. Esef ki anlattıkları da kayda geçirilmiş olmadı. “Kur’ânî Kaynaklarla Peygamberler Tarihi” kitabını yayınladı. Dergilerde ve gazetelerde yayınlanmış yazıları oralarda kaldı.

Koç’la da Kekeç’le de görüşmelerimiz sık sayılmasa da birbirimize sevgi bağlarıyla yakın durduğumuz açıktı…

*

Ahmet Kekeç’in gazetecilikteki ve köşe yazısındaki başarısı çok anlatılacaktır.

Ben onun daha az bilinen öykü yazarlığını öne almak istiyorum.

Bana, öykünün bir “anlatma” sanatı olduğuna ilişkin kanaatimi teyit ettiren bir eseri var: “Son İyi Şeyler” (Perşembe Kitapları, 2001; ilk baskı, 1985)… Kitabı “bir solukta” okumuştum. Bir solukta, çünkü anlatıcının ne anlattığı önemli değildi benim için, nasıl anlattığı önem taşıyordu. Anlatım tarzını kendime yakın bulmuştum. Ahmet Kekeç’le, öykü anlatımında aynı damardan geldiğimizi, belki aynı kaynaklardan beslendiğimizi duyumsadım. Bu “damar” lafını açmam gerekiyor. Geleneksel olarak öyküde iki anlatım tarzına dayanan iki damardan bahsedilir… Biri, köklerini Poe’da bulan, girift, coşkulu, doğrusal bir çizgi izlemeyen, deyim yerindeyse, konuyu kelimelere yükleyen ve kelimelerle anlattığı dünyayı dışa vuran damar; ötekiyse, basit, düz anlatıma dayalı Çehov tarzı... Ahmet Kekeç, birinci damardan besleniyor. Benim gözdem de aynı damar... Çehov tarzı, her ne kadar beğendiğim öyküler vermiş olsa da itiraf etmeye mecburum ki, indimde, eğlendirici, oyalayıcı, besleyici ama damardan vurucu görünmüyor.

Dostoyevski de bizim damardan... Bu damarın belli başlı özelliği belki şu: olayın, konunun belli bir merkezi yoktur. Her şey, bütün kişiler ortadadır. Kişiler hem dışardan hem kendi içlerinde savrulmuşlardır. Dostoyevski, romanında, her ne kadar olay örgüsü olarak geleneksel şablonlara bağlıymış gibi görünse de aslında onun geleneğinin zaten kendisiyle başladığını kabul edersek, aynı savrulmuşluğu romanının teknik örgüsünde de bulabiliriz. Ama daha önemlisi, roman örgüsünün merkezsizliğinden çok, kişilerin merkezsizliğinde, onların savrulmuşluğunda yatıyor.

Son İyi Şeyler’de üç öykü yer alıyor: Atlas, Bir Gecenin Öyküsü, Korkulan. Her üç öykünün de özetlenemez olduğunu söylemeliyim. İşte bu damarın, bir başka özelliği... Bu öyküler özetlenemez olduğu için okuru, tekrar tekrar kendine celp etme marifetinde… Oysa Çehov tarzı öykünün bir kez okumakla işi bitmiş olur. Onu tekrar tekrar okumaya celbeden bir yanı olabilir mi, kestiremiyorum.

Bizim, arkadaş grubumuzla çıkardığımız “Mavera” dergisinin Eylül 1980 tarihli Hikâye Özel Sayısı’nda Ahmet Kekeç’in bir öyküsünü de yayınlamıştık. “Eksilen” adını taşıyan öykü... İşte, özetlemeye gelmeyen bir öyküydü o da… Onun ilk öykülerinden birini yayınlayan kişinin kendim olduğunu düşünerek böbürlenebilirim. Ahmet o tarihte henüz on dokuzunu sürüyormuş, gencecik bir öykü yazarı. Niçin daha çok öykü yayınlamamış olduğunu düşünerek doğrusu hayıflanıyorum.

O, köşe yazılarında da ateşli üslubuyla hem bilgilendirir hem de hedef aldığı kişinin ağzının payını verirdi. Yazılarını ve kendini arayacağız. Allah’ın rahmeti onlarla olsun…

#Ahmet Kekeç
#Ferhat Koç
#kayıp
3 yıl önce
İki acı kayıp: Ferhat Koç ve Ahmet Kekeç
Kara dinlilerle milletin savaşı
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak