|
Devlet Su İşleri’nden ‘Enerji İşleri’ne
“Devlet Su İşleri” deyip geçmeyeceksiniz diye yazdığımı hatırlıyorum bu köşede bir zaman.
Suların idaresi eskiden beri devleti devlet yapan en önemli konuydu. Hatta Asya Tipi merkezi devletin oluşumu
büyük ölçüde su kaynaklarının tarım arazileri için düzenlenmesinin gerektirdiği büyük çaplı organizasyonlarla dayanırdı. Bu ölçekte bir organizasyon yapabilmek için her şeyden önce çok disiplinli ve insan emeğinin zora dayalı bir örgütlenmesine ihtiyaç duyuyordu ki Asya’daki merkezi ve despotik yönetimler bu yolla oluşmuştur. En azından Batılıların doğu hakkında Asya Tipi Devlet tipolojisi bu tarz bir okumaya dayanıyor.
Devlet Su İşleri’nden gelmiş
9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel
ise su kaynaklarının yönetiminin çağdaş siyasetteki rolünü de çok iyi keşfetmiş biriydi. H
er yıl yağan yağışlardan öncelikle siyasetin nasıl etkileneceğine dair tahminleri meşhurdu.
Yağışlar tarımsal üretime etki edecek, bu da ekonominin durumuna. Onun Türkiye’de barajların gelişimine yaptığı katkılarla başlayan siyasi kariyeri bu bakışını da bir hayli besliyordu.
Bugün devletin yönetimi suların idaresinden ziyade enerjinin idaresine daha fazla dayanıyor.
Enerji hem dünya siyasetinin hem de bütün devletlerin kendi halklarını idare etmelerinin en önemli konusu haline gelmiş durumda.
Enerji her geçen gün hayatımızın her alanını belirliyor ve her geçen gün artan enerji talebini karşılayacak bir üretime de ihtiyaç duyuyor.
Artan enerji talepleri fiyatları da yükseltiyor ama çok talep edildiği için artan fiyatlar insanların kendi hükümetlerine karşı hoşnutsuzluklarının da en önemli kaynağı haline geliyor. Bugün devletlerin en önemli işi neredeyse ekonominin üretimi veya tedariki ile tüketiminin düzenlenmesi haline gelmiş durumda.
Yeni Şafak
’ı ziyaretinde
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı sayın Fatih Dönmez
, gazetemizin yazar ve yöneticilerini dünyanın ve Türkiye’nin enerji politikaları konusunda karşı karşıya bulunduğu sorunlara dair çok aydınlatıcı bir ufuk turuna çıkardı.
Türkiye’nin kabiliyetleri açısından son derece umut verici veriler ortaya koydu.
Dün arkadaşlarımız
Ali Saydam
ve
Hasan Öztürk
bu umut verici verileri sizlerle paylaştı. Karadeniz’deki gaz keşfi ve bunun dünya standartları açısından rekor denecek bir süre içinde sisteme verilecek hale getirilmesi, bu yolda ortaya konulan müthiş teknolojik kabiliyetler Türkiye adına gurur verici tablolar.
Türkiye hem sanayi ve teknolojisi itibariyle hem de yaşam tarzı itibariyle de hızla gelişen bir ülke ama bu aynı zamanda artan enerji tüketimi anlamına da geliyor.
Gelişen sanayimiz daha fazla enerji tüketmeyi gerektiriyor. Artan araba kullanımı, gelişen konut kalitemiz vs. elektrik ve gaz tüketimini daha fazla beraberinde getiriyor, ama bu tüketimi karşılayacak üretimimiz aynı hızda gelişemiyor.
Türkiye maalesef enerji konusunda dışa bağımlı bir ülke.
Gaz ve petrol gibi doğal kaynaklarda üretimimiz yok denecek kadar az. Elektrikte ise üretimin bir kısmı zaten yine gaz, kömür ve petrol ve bunları da temin etmek için
yine dışardan ve dövizle almak zorundayız.
Alternatif olarak HES ve yenilenebilir enerji kaynakları da yani su, rüzgar ve güneş gibi kaynakların değerlendirilmesi de yatırım gerektiriyor ki, bu alanda son yirmi yılda yapılan yatırımlar Türkiye’nin kurulu elektrik gücünü üç buçuk katına çıkarmış, yüz GW’ı aşacak kadar yükseltmiş durumda.
Üstelik bu kurulu gücün önemli bir kısmını da yenilenebilir enerji alanında oluşturmuş durumda.
Ancak yağışların az olduğu dönemde, ki geçen sene çok azdı, HES’lerden gelen elektrik ona göre az oluyor ve mecburen petrol ve doğal gaza yükleniliyor ki,
bu da cari açığa, oradan da döviz kur fiyatlarına doğrudan etki eden bir unsur.
Türkiye’nin enerji alanındaki bağımlılığı aslında sayın
Dönmez
’in çarpıcı tabiriyle
“enerjisini tüketiyor”
ama bir yandan da onu mevcut kaynaklarını çok daha etkili bir biçimde kullanıp verimliliğini yükseltmeye yöneltiyor.
Türkiye’nin cari açığı ile enerji için ödediği meblağ neredeyse örtüşüyor ve bu kur üzerinde en büyük baskıyı oluşturuyor.
Tamamını dışarıdan aldığımız
ham petrolün geçtiğimiz yıl 25 dolara kadar gerilemiş olan fiyatları bugün 120 doların üstüne çıkmış durumda.
Bu aslında tarım üretiminden ulaşıma ve günlük hayatımızdaki her alanda fiyatları beşe katlaması beklenen bir değişim ve sadece Türkiye’yi değil, esasen bütün dünyayı etkileyen bir enflasyon kaynağı. Kendi enerjisini, gazını, petrolünü üretebilen ülkelerde bile bu enflasyon belki bundan mütevellit cari fazla ile sübvansiye edilebiliyordur. Ancak Türkiye’nin bunu sübvansiye edebilecek kaynağı yok. Buna rağmen hükümet yakıtta ciddi bir sübvansiyon uyguluyor.
Özellikle konutlardaki doğal gazın yüzde 70 kadarını devlet ödeyerek bunun fiyatlara yansımamasını sağlıyor. Gaz fiyatlarının artışından şikâyet edenlerin muhtemelen yeterince bilmediği bir konu bu.
Yani sübvansiyon olmasa şimdi ödediklerinin üç katını daha ödemiş olacaklardı.

Pahalılık elbette ciddi bir sorun ve hükümetler bunun da üstesinden gelmek için vardır. Ancak bir yandan da dünyanın ve Türkiye’nin gerçekleri var.

Şu anda yaşadığımız enerji arz-talep dengesizliğinin bir kısmı da pandemide iyice durakladığı için ucuzlayan enerji tüketiminin pandemi sonrası, önceki seviyelerin bile çok ötesine hızla çıkmasından kaynaklanıyor.

Türkiye enerji alanında kendine yeter bir ülke haline gelmek için daha çok mesafe kat etmek zorunda ve bu yolda emin adımlarla ilerliyor.

Enerji alanında kendine yeterli olamadığı ölçüde de bu konudaki açığını kapatmak üzere ortaya koymakta olduğu yüksek sanayi ve teknolojik üretim performansını sürekli ve sürdürülebilir kılmak durumunda ki, bu konuda da işaretler umut verici.
#Süleyman Demirel
#enerji
#Fatih Dönmez
2 yıl önce
Devlet Su İşleri’nden ‘Enerji İşleri’ne
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…