|
İsrail’in saldırganlığı muhtaç olduğu cüreti nereden alıyor?

İsrail’in Ramazan günü bütün dünya Müslümanlarını tahrik ederek Mescid-i Aksa’ya yönelik yeni bir saldırı başlatması bir bakıma alışıldık bir İsrail küstahlığı ve saldırganlığı. İsrail zaten bu tür faaliyetleri özellikle Müslümanların en hassas zamanlarında, sanki tepkilerinin en fazla olabileceğini tahmin ettiği anlarda özellikle yapıyor. İsrail’in saldırganlığını ve yayılmacılığını sessiz-sedasız yürütmek gibi bir derdi sanki hiç yok gibi.

Kadir gecesi Müslümanların ibadet için cemaat ruhu ve duygularının had safhada olduğu bir dönemde İsrail, bu tür hareketlerin bütün dünyada kendi aleyhinde güçlü bir kamuoyu oluşturacağının ve güçlü anti-semitik duyguları haklılaştıracak şekilde körükleyeceğinin farkında değil mi?

Aslında tam da İsrail saldırganlığının bu zamanlamaları ve bu pervasızlığı anti-semitizm suçlamalarının da İsrail’in genel tarz-ı siyasetinin de bütün haritasını ortaya koymuş durumda. Yahudi düşmanlığı zaten İsrail’in umurunda değil. Ondan sadece faydalanıyor ve besleniyor. Bugünün dünyasında ise yaptığı bu saldırganlıklarla aslında belli konularda şu ana kadar geliştirmiş olduğu bir iletişim-siyaset-hegemonya savunma sistemini denemiş oluyor. Kendisi ne yaparsa yapsın, hangi insan hakkı ihlali yaparsa yapsın, hangi BM kararını tanımazdan gelirse gelsin, hangi işgal girişiminde bulunursa bulunsun ona karşı gelişebilecek her türlü karşı-iletişim veya fiili yaptırım ihtimallerinin etkisizliğini test ediyor.

Amerikan kamuoyunda, siyaset, medya ve akademi üzerinde zaten sahip olduğu ezici hegemonya onun her türlü ihlalini, kural tanımazlığını, terörünü masum bir kendini savunma çerçevesinde görmeye ve göstermeye fazlasıyla hazır ve ayarlı. Bütün ABD’li siyasetçiler rehin alınmış durumda. Ona karşı harekete geçebilecek, onun bu yaptığını olduğu gibi görüp yansıtabilecek hiçbir lobi, hiçbir siyasi irade ve hiçbir medya gücü yok.

Belki Avrupa ve Müslüman kamuoyundan dolaylı olarak gelebilecek baskılar olabilir. Ama özellikle İslam ülkeleri üzerinde son zamanlarda Kushner marifetiyle sergilediği operasyonlarla, o cephe de hallolmuş görünüyor. 1,7 milyar nüfusuyla bütün Müslüman dünyası içinde İsrail’in en radikal apertheid uygulamalarına, Müslümanların haremlerinden Mescid-e Aksa’ya yönelik ihlallerine karşı bir ses çıkmıyor.

İsrail bunu biliyordu, bugün test ederek kendini rahatlatmış oluyor. Oysa 1969 yılında Mescid-i Aksa’ya yönelik bir saldırı bütün İslam dünyasının çözülüşünün üzerinden geçen 50 yıl sonra tekrar kendini hatırlamasına ve bir İslam Konferansı Örgütü çatısı altında bir araya gelmesine yol açmıştı. O çatı şimdiye kadar dünyada bir İslam dünyasının varlığını bir şekilde hissettiriyordu. Bugün çok daha beter ihlaller bu konferansın toplanmasına, harekete geçmesine, bir incinmişlik duygusu izhar etmesine, bu ihlalleri engellemek için elindeki namütenahi yaptırım gücünü göstererek caydırıcı bir dil kurmaya bile yol açmıyor.

Oysa 1,7 milyarlık nüfusuyla 57 Müslüman ülkenin güç potansiyeli başka hiçbir yerde yok. Ama bu potansiyel İsrail’in uluslararası Siyonist politikaları tarafından adım adım felç edilmiş durumda. Son iki yıldır İsrail’in varlığını resmen tanımayan Arap ülkeleri İsrail’in terörünü en çok tırmandırdığı, ihlallerini en küstah bir biçimde arttırdığı dönemlerde onunla ilişkilerini “normalleştirme” yarışına girmiş durumdalar.

Bu büyük tavizin, bu büyük satışın karşılığında aldıkları siyasi rüşvetler bile bütün ahlaksızlığıyla birlikte çok küçük kalıyor. Onların mutlak kayıp içinde oldukları bu alışverişte İsrail ise şimdi çıtayı daha da yükseltmiş olduğu, sınırı biraz daha aşmış olduğu son saldırılarıyla bu gücünü deneme aşamasını bile geçmiş durumda. Artık kendinden emin nerede biteceği belirsiz olan, tabii ki kendisi için hedefi belli olan işgallerine kaldığı yerden devam etmektedir.

İşin ABD cephesinde İsrail gelen başkan için ağa giden başkan için paşadır. Trump yönetiminin damadı üzerinden yürüttüğü siyaset ABD’yi tarihinde terör devleti İsrail’in peşine en aktif biçimde takılan bir Siyonist aygıta dönüştürürken bunca fedakarlığın kendisine hiçbir şey kazandırmadığı da görüldü. Seçimlerde Siyonist lobiler Trump’ı değil Biden’ı desteklediler.

Kendisini ABD tarihinin en Siyonist siyasetçisi olarak nitelediği ve “İsrail’i her halükârda destekliyorum” açıklaması bilinen Joe Biden’ın ise bütün bu ihlallere karşı zaten bir tepki koyması, itirazda bulunması hiç beklenmiyor.

Oysa aynı Biden 106 sene önce yaşandığı söylenen bir hadise hakkında ABD başkanları arasında “Ermeni soykırımı” ifadesini kullananların ilki olmaya çok hevesli davrandı. Middle East Eye’ın Genel Yayın Yönetmeni David Hirst haklı olarak Biden’ın bir fark yaratmak istiyorsa geçmişi değil, halihazırda burnunun dibinde cereyan eden şeyleri dillendirmesi gerektiğini hatırlatıyor.

Biden insanlığın başına gelen trajediler konusunda, ırk veya din ayırımı olmaksızın en ufak bir samimiyet taşıyorsa tarihten günümüze gelmeli, bifiil tarih yapmalı, insan haklarının en büyük seri ihlalcisiyle yani İsrail’le işe başlamalı. İsrail ki, uluslararası alanda uzlaşılmış ırk ayrımcılığı (apartheid) tanımına uyan adaletsizlikler ve ayrımcılıkları art arda insan hakları örgütlerinin yayınladıkları raporlarla, veya her gün herkesin gözü önünde cereyan eden, görmezden gelinemeyecek tanıklıklarla kuşkuya yer bırakmayacak şekilde sabit.

Biden’dan böyle bir ses beklemek sanırım boşuna. Bu boşunalığı İsrail de satın almış olmanın rahatlığıyla hareket ediyor. Arap cephesini de şimdilik bağlamış durumda. Bunlar onu daha da cüretkâr kılıyor.

Önünde hiçbir engel kalmamış olduğunu sanarak işgallerine, ihlallerine, soykırımına devam ediyor. Ancak engel hiç ummadığı, belki bizim de hiç beklemediğimiz yerden gelecektir, gelmektedir.

#İsrail
#Filistin
#Orta Doğu
3 yıl önce
İsrail’in saldırganlığı muhtaç olduğu cüreti nereden alıyor?
Lânetli olmak, böyle bir şey demek
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir