|
“Hukuk diktası” sona erdirilemediği sürece...

Yazının sonunda söyleyeceğim şeyi başında söyleyeyim: Bu ülke, tavan’dan hukuk üzerinden laik kurumlar yoluyla, sosyolojik olarak da taban’dan laik eğitim sistemi vasıtasıyla kendi kendini sömürgeleştirdi.

Böylelikle bütün medeniyet iddialarını terk etti.

Böylelikle Müslüman kimliği yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldi.

Böylelikle Batılıların Türkiye’yi fiilen işgal etmelerine gerek kalmadı: Batılıların işgal ettiklerinde yapacaklarını içimizdeki yerli sömürgeciler hukuk ve eğitim sistemi aracılığıyla yaptılar.

Hukukta reform ve yeni anayasa tartışmalarına ışık tutabileceği düşüncesiyle bu sütunda beş yıl önce yayımlanan bir yazımı tozunu alarak paylaşıyorum sizlerle.

MODERN HUKUK: HÜKMETME’NİN DAYANAĞI

Hukukun fazla geliştiği yerde de, hukukun hiç gelişmediği yerde de, insan da yoktur hukuk da aslında.

Hukukun gelişmediği yerde, yalnızca açık zulüm vardır; hukukun fazla geliştiği yerde ise örtük zulüm hükümfermâdır. Dolayısıyla her iki yerde de hukuksuzluk hükümrandır yalnızca.

Modern hukuk, aşırı gelişmiş bir hukuktur. Modern hukukun aşırı gelişmiş olması, hukuk düşüncesinin değil, siyaset düşüncesinin gelişmiş olmasının sonucudur.

Başka bir deyişle, modern Batı hukuku antroposantrik’tir / insan-merkezci’dir: İnsanı her şeyin merkezine alır. Tanrılaştırır. Hükümran kılar. Ama sonuçta, bütün hakları izafileştirir, çatışmaları keskinleştirir ve insanın, sistemin hükümranlığına kurban gitmesine yol açar.

O yüzden modern Batı hukuku, siyasetin ve siyaset düşüncesinin yedeğinde gelişmiştir: Siyasetin temel hedefi hükmetmektir; siyaset düşüncesinin temel meselesi ise, hükümranlık problemi.

İşte bu nedenle, modern Batı hukuku, kaçınılmaz olarak, insanı, “potansiyel suçlu” ve “potansiyel kötü” olarak görür. Modern siyaset felsefesinin, hukuk düşüncesinin ve liberal fikriyatın kurucu babalarından Thomas Hobbes’un “insan, insanın kurdudur” demesinin gerisinde yatan temel sâik burada gizlidir.

Hak ve hakikat fikrinden yoksun bir hukuk nosyonu, ne kadar insan-merkezci olursa olsun insanı ve hayatı eksene almaz; sistemi ve sistemin bekasını eksene alır. Ve insanı, sistemin önünde “takoz” olarak görür. Tanrı’ya, tabiata ve insanlara HÜKMETMEK, yegâne varlık ve varoluş nedenine dönüşür.

Özetle, modern Batı hukukunda, geliştirilen onca “hümanist” ve “liberal” söyleme rağmen, aslolan hikmet ve adalet, hakikat ve hakkaniyet değil, hükmetmek ve hâkimiyet kurmak, sistemin bekasını teminat altına almaktır.

Bu da kimi zaman açık, çoğu zaman da örtük zulümle sonuçlan/mışt/ır. 400 yıllık Batı hâkimiyeti tarihi, bu iki zulüm türünün geçit resmi gibidir o yüzden.

İSLÂM HUKUKU: HİKMET VE ADALETİN KAYNAĞI

Oysa İslâm hukuku, hükmetmeyi değil, hikmeti ve izzeti; hâkimiyet kurmayı değil, hakikati ve adaleti esas alır.

O yüzden İslâm’ın, insanı, insanın kurdu değil, yurdu, umudu ve ufku olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Çünkü İslâm, “liteârefû” sırrı gereğince, tanıma’yı, tanışma’yı ve tanış olma’yı eksene alır her alanda ve her düzlemde.

Hikmeti yitirenler, izzetlerini ve iffetlerini yitirmekten; hakikati yitirenlerse, adaleti ve hakkaniyeti bitirmekten kurtulamazlar. Ve sonuçta, kendi bitişlerinin tohumlarını ekmiş olurlar.

Hikmet, her şeyin gâyesidir. Hakikatse, hikmetin yegâne kaynağı ve adaletin tek dayanağı.

Bir yerde hukuk, hikmete dayanır ve hakikate yaslanırsa, orada adalet ve hakkaniyet tecellî eder. Ama bir yerde hukuk, hükmetmeye dayanır ve hâkimiyet kurmaya yaslanırsa, orada adalet biter ve hakkaniyet de, merhamet de çekilir aradan ve sürgün yer, başka yere gider oradan.

TÜRKİYE’DEKİ HUKUKUN ÖZÜ DEĞİL, SÖZÜ GÜR SADECE!

Türkiye’de özgün ve özgür bir hukuk sistemi yok. Yok; çünkü, Türkiye’deki hukuk sisteminin özü gür değil. Sözü gür sadece. Toplumu silbaştan sekülerleştirmek için Batı’dan ithal edilen ve tepeden dayatılan, o yüzden de zorba nitelikler arzeden bir makina, toplumu adam etmek için sopa işlevi görür.

Modernleşme sürecinde, aslında biz hukukumuzu yitirdik, hakikati yitirdiğimiz için… Adaleti bitirdik, hakikati terk ettiğimiz için… Merhameti ve vicdanı kaybettik, Hakk’ın rahmet sesine kulaklarımızı tıkadığımız için…

Hak ve hukuk fikrini yitirdik, “el çabukluğu marifet” diyerek medeniyetimizin köklü hukukunu yok saydığımız için… Batı’dan hukuk devşirerek nevzuhûr hükümranlar icat ettiğimiz ve milletin hukukunu gasp ettiğimiz için… Ve nihayet milleti “karambole getirerek” Hakk’ın hakikat çağrısını, hukuk, hayat ve anlam haritasını “çarmıha gerdiğimiz” için…

“DİKTA”YA DÖNÜŞEN HUKUK!

Sonuçta, deyim yerindeyse, bir “hukuk diktası” kurduk, topluma tepeden laik bir kimlik dayattık. Hukukla toplumun önünü kestik: Bunun en somut iki göstergesi, 30 yıl hukuk yoluyla dayatılan başörtüsü yasağı ve Türkiye’nin kapatılan partiler mezarlığına dönüşmesidir.

Türkiye, Batılılar tarafından fiilen sömürgeleştirilemedi ama kurumları hukuk diktasıyla İslâm’dan temizleyerek, toplumu da eğitim sistemiyle İslâmî duyarlıklardan, ruhtan ve kimlikten uzaklaştırarak içeriden sömürgeleştirildi bu ülke!

Böylelikle bu ülkenin Batılılar tarafından işgal edilmesine gerek kalmadı; zihnimiz işgal edildi ve toplum bütün kurumlarıyla İslâm’dan arındırıldı!

Bu toplum, bundan büyük bir cinayet yaşamadı. Hukuk diktasının, dolayısıyla Batılıların içimizdeki “beyinsizleri” kullanarak elde ettikleri zafer bu!

Bu “hukuk diktası” tartışılmadığı ve aşılamadığı sürece hem yeni ve güçlü bir anayasa yapılamaz hem de bu toplum belini doğrulatamaz.

Vesselâm.

#Hukuk
#Dikta
#Batı
3 yıl önce
“Hukuk diktası” sona erdirilemediği sürece...
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı