|
İki asırlık çifte kuşatmanın arkeolojisi ve geleceği

Türkiye, dört bir taraftan büyük bir kuşatmayla karşı karşıya. Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz üzerinden kuşatılıyor Türkiye.

Bir kuşatma da Karabağ üzerinden devreye girdiriliyor: Azerbaycan’a saldırı, aslında Türkiye saldırıdır ve Türkiye’yi kuşatma girişimlerinin son halkasıdır.

Karşı karşıya kaldığımız bu çok yönlü kuşatma, yeni maruz kaldığımız bir durum değil. En az iki asırlık bir geçmişi var bunun.

İKİ ASIRLIK KUŞATMANIN ARKEOLOJİSİ

Karlofça ve Pasarofça anlaşmalarından sonra ilk kez toprak kaybetmeye başlamamız, kendimize olan güveni yitirmemize yol açtı.

Toprak kaybı, deyip geçmemek gerek: Osmanlı hem uluslararası devletler muvazenesindeki hâkim, belirleyici statüsünü yitirdi; hem de kendinden, üstünlüğünden şüphe duymaya başladı.

Psikolojik üstünlüğün kaybedilmesi, alttan alta Batı’ya karşı bir aşağılık kompleksinin geliştirilmesine zemin hazırladı: Fiilî kuşatma, zihnî kuşatmaya dönüştü zamanla.

Tanzimat, bu çifte kuşatmanın devlet tarafından açıkça tescil ve teslim edilmesi anlamına geliyordu: Yabancı sefirler hem kendi devletlerinden -yani dışarıdan- aldıkları talimatlarla hem de içerde planladıkları tertiplerle devleti çift yönden kuşatmaya almışlardı.

Bu kuşatma zaman zaman yarılıyordu: Sultan Abdülhamid’in basiret ve dirayeti, bu kuşatmayı yarmasını kolaylaştırıyordu, meselâ.

Türkiye, Suriye ve Mısır politikasındaki bazı kör noktalarına rağmen Fırat Kalkanı harekâtından sonraki süreçte, dış politikada inisiyatifi ilk kez eline geçirmeyi başardı. Fırat Kalkanı, ibrenin Türkiye lehine dönmesine yol açtı. Belki de iki asırlık kuşatmayı yarma çabamızın zirve noktasıydı bu. O yüzden Astana Süreci ve Soçi Mutabakatı, Türkiye’yi yalnızlaştırma stratejisini yarma girişimleri olarak tarihe geçti.

ZİHNÎ KUŞATMAYI YARMADAN ASLÂ!

Türkiye’nin emperyalistler tarafından fiilen sömürgeleştirilememesine rağmen içerdeki jakoben yöntemlerle zihnen sömürgeleştirildiğini gözardı ediyoruz hep. Sömürgecilerin işgal ettiklerinde yapacaklarından çok daha “vahim” yıkımları, yerli sömürgeciler yaptılar!

Türkiye’nin kavraması ve korkması gereken kuşatma, dışardan yapılan jeopolitik, stratejik kuşatma değil, içerde iki asırdır iliklerimize kadar yaşadığımız zihnî kuşatmadır.

Ne demek zihnî kuşatma?

Kısaca ifade etmek gerekirse, medeniyet değiştirmeye kalkışmamızdır. Bu toplumun, her zaman aktardığım gibi, Tanpınar’ın ifadesiyle, “kültürel inkâr”ın eşiğine sürüklenmesidir bu. Tarihte hiçbir toplum böyle bir kendi kendini inkâr ve intihar tecrübesi yaşamadı!

O yüzden bu zihnî kuşatma üzerinde derinlemesine kafa yormak zorundayız.

MİLLETİN İRADESİ, OLİGARŞİK ÇETENİN ESİRİ!

Türkiye’de milletin iradesi, devşirme bir çetenin ele geçirdiği, her on yılda bir tekrarlanan dışardan kontrol edilen darbelerle milleti tepeden terbiye etmeye kalkışan oligarşi tarafından ipotek altına alınmıştır: O yüzden Türkiye’de devlet, milletin iradesinin eseri değildir. Milletin iradesi, oligarşik bir hegemonya kuran devşirme çetenin esiridir. O yüzden, ülkenin ekonomisi, kültürü, eğitim sistemi, küresel kapitalist sistemin çıkarlarını koruyan bu baronik, masonik devşirme çetenin kontrolündedir hâlâ!

Millet; kültürel hafıza, tarihî derinlik ve kolektif bilinçaltının inşa ettiği bir irade ve bu iradeyi hayata ve harekete geçiren ruhun adıdır.

Türkiye’de bu anlamda millet yoktur, milleti millet yapan kültürel hafızası, tarihî derinliği ve kolektif bilinçaltı, önce inkâr edilmiş, sonra da yok edilmeye çalışılmıştır.

Türkiye’de Benedict Anderson’ın anladığından daha absürd bir ulus icadı yaşandı. Bütün İslâmî bağlarından, tarihî tecrübesinden ve zihin dünyasından uzaklaştırılan tarihsiz, hafızasız, kültürsüz, zihinsiz, dolayısıyla köksüz ve ruhsuz bir ulus ve devlet icat edilmeye çalışıldı.

Tarihsiz bir toplum, nereden gelip nereye gittiğini bilemez; nereye gitmesi gerektiğini ise hiç göremez. Tarihsiz bir toplum, hafızasızdır. Hafızasız bir toplum, zaman ve mekân duygusundan yoksundur. Bırakınız nereye, nasıl gideceğini, nerede olduğunu bile tespit edemez.

Kültürsüz, kültürel zenginliği inkâr edilen bir toplum, kendine olan güveni yitirir; tarihi sürükleyemez; başkalarının yaptığı tarihin önünde sürüklenir sadece.

Zihinsiz bir toplum, düşünme melekelerini yitirdiği için düşünemez, düşer.

Sözün özü: Türkiye’nin kuşatılması, coğrafi bir hâdise değil. Zihnî bir hâdisedir.

Türkiye’nin iki asırdır köklü bir zihnî kuşatmayla karşı karşıya olduğu gerçeğini kavrayamazsak, Türkiye’nin hiçbir büyük, köklü sorunu’nu derinlikli bir şekilde kavrayamaz ve kalıcı olarak hâl yoluna koyamayız, aslâ.

#Kuşatma
#Türkiye
#Zihin
#Kültür
4 yıl önce
İki asırlık çifte kuşatmanın arkeolojisi ve geleceği
Aile irşad ve rehberlik büroları
Yapay siyaset ve zahmetsiz seçim!
Kibir, riya, gösteriş bahçesinde imanı korumak...
Kâr şeytan mıdır, şeytanî midir?
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi