Anlamsızlaştırdıklarından mısınız?

Kelime ve kavramlar; kültür ve inancın nesillere aktarılmasında asma köprülerdir. Bu köprüler mazinin geleceğe bağlantı noktası olmakla; cehveri himaye etmek için de en elverişli güzergâh. Öyle ya; asma köprüler, yokluğunda geçişin mümkün olmadığı yüzeyler üzerine kurulur ve uzak mecraları kavuşturur. Nesilleri birbirine bağlayan kavramlar da tıpkı asma köprüler gibi birbirine kavuşması gereken uzakları yakın etmektedir.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Arşiv

Ahsen İlhan

Yazar – Sanat Tarihçisi

Kelime ve kavramlar; kültür ve inancın nesillere aktarılmasında asma köprülerdir. Bu köprüler mazinin geleceğe bağlantı noktası olmakla; cehveri himaye etmek için de en elverişli güzergâh. Öyle ya; asma köprüler, yokluğunda geçişin mümkün olmadığı yüzeyler üzerine kurulur ve uzak mecraları kavuşturur. Nesilleri birbirine bağlayan kavramlar da tıpkı asma köprüler gibi birbirine kavuşması gereken uzakları yakın etmektedir. Bir bakıma bu bağlantı yolları; millî ve dinî hafızanın ileriye taşınmasında, karşı yakadaki ana ve tali yollarla her bir kapıya erişmesinde tek çıkar yol.

İLAN EDİLMEMİŞ SAVAŞLAR KÜLTÜRE KARŞI AÇILMIŞTIR

Milliyetin ve inancın izdüşümü bireylerin, gelecek nesillerle olan bu kesintisiz bağlantısı, toplum mukavemetini sağlar ve medeniyetin ana taşıyıcı unsurlarını destekler. Öyleyse millî, dinî ve ailevî damarları yırtmanın ve bu yolla bir medeniyette iç kanama meydana getirmenin en kestirme yolu, nesiller arası bağlantı köprülerini devirmektir. Köprüleri yıkılan medeniyetlerin kuşaklararası iletişimi kopar ve yetersiz beslenme meydana gelir, yetersiz beslenmenin bir sonucu olarak medeniyetin vücudunda marazlar ortaya çıkar. Bu marazlardan en ölümcül olanı milliyete ve inanca ait damar duvarlarının zayıflaması ve sonunda yırtılmasıdır. Bu safhadan sonra iç kanama, nüzul ve yaşam fonksiyonlarının bitimi kaçınılmazdır.

İşte öyle sanıldığı üzere savaş sadece askerî donanımla icra edilmiyor. Askerî savaşlar, ilan edilmesi zarurî yıkım hareketleri olduğundan; saldırıya maruz kalan milletlerin seferberliğini tetikliyor. İlan edilmemiş savaşlar inanca ve kültüre yönelik gerçekleşiyor ve son derece düşük bir desibelde, medeniyet ölümlerine sebep oluyor. Saldırıya uğrayan milletlerde bırakın seferberliği, cılız bir nida bile duyulmuyor.

İşte çok uzun zamandır medeniyetimizin vücudunu hasta eden saldırılar; asma köprülerimizin yıkılmasıyla; yani kelime ve kavramların yok edilmesiyle gerçekleştiriliyor. Her kavram, zihinde bir anlamla karşılanırken; kalpte ve ruhta da bir tesire denk düşer. Fakat kelimelerin tesiri üzerine oynanan oyunlar, gerçek anlamların yerine devşirilen menfi anlamlar; nesilden nesle bozulan duyumlarla hafızamızı yok ediyor, gerçek kimliğimizi silikleştiriyor.

KENDİNE YABANCILAŞMAK

Mesela saltanat, padişahlık, sultanlık kelimelerinin modern zihinlerce reddedilmesi; bu kavramları reddeden zihinlerce krallık, kraliyet, prenslik gibi kavramların sempatiyle karşılanışı, absürt bir tablo oluşturmuyor mu? Bu öyle bir tablo ki; modernize edilmiş figürler, millî kimliğe benzememek üzere özenle stilize edilmiş; fakat ortaya çıkan renkler ve şekiller, başka milletlerin geçmiş değerleriyle birebir aynı. İşte bu, hafıza kaybı! Çünkü Batı ve Batıcılık, senin inanç ve milliyet duygunu ‘gericilik’ olarak algılamanı sağlarken; kendi inanç ve kültürüne ait modellemeleri yutturuyor. Ama bu yüzyıllık saldırının tekniği öyle ustaca ki; insan bunu kendi tercihi ya da şahsî yargısı zannediyor.

Şeriat kavramı da bir Müslüman için son derece kıymetliyken; Batı, kurguladığı teröristleri (hem de Müslüman öldüren ama Müslümanım diyen teröristleri) “şeriatçı” ilan ederek; bunu da bütün dizi, film ve kitaplarda işleyerek ve bu argümanları senin ülkende sana yedirerek gerçek anlamı hiç ediyor. Hâlbuki kendi bozulmuş dinleri için kullanılan tabirler ve kavramlar, her yerde güzelleniyor. Misal İsa Öğretisi dendiğinde bu, bir Müslüman tarafından bile menfi karşılanmıyor ama İslâm’ın, hayatı düzenleyen şartlarını işaret eden şeriat kelimesi, bizce bile soğuk karşılanıyor. Tıpkı imam nikahı dendiğinde buz kesen bir sözde Müslümanın, kilise düğünlerini çok samimi buluşu gibi…

Elbette bu sadece dıştan içe gerçekleşen bir saldırı modeli değil. Buna hizmet eden iç organizmalar da oldukça zararlı. Eline yetkiyi aldığı her sahada kelime ve kavramları yok etmeye yönelik saldırılara devam ediyor. Bir dizi çekiyor, orada “Selamün Aleyküm” diyen tek bir karakter var; ama o karakter aynı zamanda senaryo gereği en kalitesiz, en cahil ve en kötü rollerde karşımıza çıkıyor. Bir anlam kaybı daha…

Senin dedenin, atanın sarığını sana çirkin gösteren anlam katiliyle, İngilizin peruğunu modern ve şık gösteren katil aynı. Dizi ve kitaplarda fena karakterlerin adlarını Peygamber ailesinden ve ashâbından seçen odaklarla; her fırsatta terörist karakterine Müslüman adı veren dışarıdaki saldırganın taktiği de aynı.

Dizi, film, kitap gibi pek çok silahları var. Bu yolla bize ait kavramların yerine ya kendi kültürlerini güzelleyen kavramları devşiriyorlar ya da senin hafızanda, milliyetine ve inancına ait kavramları çirkin gösteriyorlar. İşte bu yüzden ‘Oku!’ İslâm’ın ilk emri ve bu yüzden okuyarak, aslımıza rücu ederek; yıkılan asma köprüleri yeniden inşa edebiliriz. Bize ait ne kadar değer varsa hepsini nesilden nesle bu yolla taşıyabiliriz. Yoksa senin filmlerinde bile imam karakterine köyün en kötü adamı rolünü verdiklerinde buna paye verir; önce imamdan, camiden sonra da imandan, milliyetten koparsın. Bu kopuş, aşamalı bir medeniyet ölümüdür.