Babamın paltosu

Babalar hakkında oğulların dilleri kekemedir, tutulur. Belki anneler hakkında konuşmanın daha kolay olması onların “rahamût” sahibi olmalarından olsa gerek. Rahmet deryasıdır anneler. Babaların ise kılıcı keskindir. Bir cerrah neşteri gibidir tavırları, duruşları. Sonuçta anlarsınız o keskinliğin hangi yarayı tedavi ettiğini.

Haber Merkezi Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Sait Mermer- Yazar

Babamın paltosu üç düğmeli: İman, istikâmet, titizlik. Paltosunu bu üç düğmeyle iliklemeden bulunduğu yerden ayrılmadı babam. Küfür soğuğu hangi şiddette bastırırsa bastırsın, nifak rüzgârı nereden eserse essin, palto onun kal’asıydı. Bu paltoyu giyen, tarihî sorumluluğu sırtına giyinmiş değil midir? Kâlû belâ… Hayatının Konya İmam Hatip- Konya Yüksek İslam Enstitüsü kısmı onun paltosunun iman ve istikâmet düğmelerini iliklediği yıllarıydı belki de. Paltoyu ona kim giydirdi peki? Babası mı, annesi mi, dayısı Durmuş Sert Hoca mı? Yoksa üçü birden mi?

ASTARINDA NELER GİZLİYDİ?

Bendenizi küçük yaşlarımda Konya eşrâfından Dişçi Mehmed Hocaefendi’ye götürmüştü. Dişçi hocaefendi o zamanlar M. Sami Ramazanoğlu Efendi’nin manevî halifesi imiş. Hocaefendi benim elimden tutmuş, “âlim ol, hâfız ol, zâkir ol” vb. lafızlarla dua etmişti. Üzerimde tesiri kaldı. Ama hangi vecheden tesiri olduğu kendimin dâhi meçhulüdür. Babamın üzerinde Dişçi hocaefendinin tesiri olduğu kesindi ki, o zattan çok bahsederdi. Bir de Tahir Büyükkörükçü Hoca… Gençlik yıllarında Tahir Hoca’yla manevî irtibatı kuvvetliydi olmalıydı zira ondan da bahsederdi. Bir soru daha… Babam Abdülkadir* Mermer’in Nakşî sırrını paltosunun astarı kılmasında kimin rolü vardı? Astarında neler gizliydi? Annemin rivayetidir: İmam Hatip Lisesi yıllarında Sami Ramazanoğlu Efendi’nin manevî halifesi hem de Konya Müftüsü olan Tahir Büyükkörükçü’den ilk Nakşî virdini talim etmesine dayımız Durmuş Sert Hoca vesile olmuş. Nakşîlikle ilk kalbî teması mıydı acaba bu? Kalpleri Allah bilir.

Bununla doğrudan ilgili midir bilinmez ama Tahir hoca vefat etmeden belki birkaç ay önce hasta iken ve çok az ziyaret kabul ettiği vakitlerde, babamı Tahir Hoca’yı ziyarete götürmüştüm. Tahir hocanın evinin duvarında asılı duran Hızır’ın üzerinde namaz kıldığı Ladikli Ahmet Ağa’ya ait seccadeyi görmüştüm. Ladikli Ahmet Ağa seccadeyi Sami Ramazanoğlu Efendi’ye hediye etmiş; o da Tahir Hoca’ya hediye etmiş. Bu da bir ayrıntı hayatımızdan. Babam vefat etmeden evvel hâtırât nev’inden bir konuşma yapsaymışız, bunu da yazıya geçirseymişiz güzel bir iş yapmış olurmuşuz. Ama olmadı. Nasip. Vefâtını beklemiyorduk babamın…

İSTİKAMET İÇİN YOL GEREK, YOLA DA YOL ARKADAŞI

Babanın oğula yahut oğulun babaya tesiri bahsine katkı olması niyetiyle bir ayrıntı daha vereyim: Dedem Ahmet Mermer’in de Konya’nın manevî mimarlarından Konya İmam Hatip Lisesi’nin bânisi ve ilk öğretmeni Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu Efendi’yi çok sevdiğini ve aynı zamanda Tahir Hoca’nın Konya Kapu Camiî’ndeki cuma vaazlarına katıldığını biliyoruz. Kabrinin de Hacıveyiszâde Efendi’nin kabrine komşu olmasını vasiyet etmiş dedem. Vefât ettiği gün Haciveyiszâde Efendi’ye komşuluk edeceği yeri tespit etmek de bana nasip olmuştu. Bu da dedenin torunu üzerindeki etkisi ve torunun dedesine son görevi mi diyelim?

İstikâmet için yol gerek, yola da yol arkadaşı Doktor Mehmet Hulusi Baybal (Doktor ağabey) babamın orta yaş refiki idi. Konya yıllarının kısm-ı âzamını Doktor ağabey ile geçirmiştir ve tabii ki Durmuş Sert hayatının merkezindedir. Bir de Çumra yıllarında Karaman eşrafından Hacı Kamer amca. Babamın müstakîm yolunun edeb ve ahlak erleriydi. Ve tabii yolunun başbuğları: Mahmut Sami Ramazanoğlu, Musa Topbaş, Osman Nuri Topbaş. Musa Efendi’yi Çumra’da evinde misafir ettiğine ve kahve ikram ettiğine bizzat şâhidim. Çocukluğumun anılarındandır.

Yöneldiği istikâmetin estetik boyutu yani babamın yoluna kattığı titizlik karakteri, öğretmenlik hayatının tam merkezinde kendisini açık etmekten çekinmedi. Her ne kadar mânâ planında aldığı talim hafî (gizli)- Nakşî çizgide olsa da, zâhirde (pratikte) işin pîri babamın isimdaşı Abdülkadir Geylânî’yi çağrıştıracak şekilde dışa açık bir cehrî- Kâdirî duruş ortaya koydu. Bir bakıma Hanefî duruşu da diyebiliriz biz buna. Fıkıh kavramının “ince kavrayış” mânâsına uygun bir amel titizliği. Hiçbir şey israf olmamalı. O anda ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıydı. Korkusuzdu. Söz konusu olan davası ise kavganın ortasına kendisini atmaktan çekinmedi. MTTB hareketine ve Milli Selamet Partisi’nin gençlik faaliyetlerini yürüten Akıncı Gençlik hareketine katılmış olması, bu kumaşını ele veren en önemli göstergelerden birisiydi. Hafızamızın tedâi ettirdiği ve önümüze koyduğu manzara: Sevr mağarasında kâfirlerle burun buruna gelindiğinde Allah Rasûlü’nün (sav) “dilini damağına yapıştır Allah’ı (cc) hafî zikret” emrine uyarak varlığının üzerine sükût perdesini çeken ve kâfirlerin gözüne dahi hafî (görünmez) olan Hz. Ebûbekir tavrı ile Bedir günü arslan gibi harb meydanında küffârın önünde bütün varlığını cehrî (âşikâr) kılan Hz. Ali tavrı. Bu meselenin tarihî kökü buralara dayanmaz mı?

RUH İKLİMİMİZDE İZ BIRAKAN YILLAR

Tam bir İmam Hatip Lisesi meslek dersleri öğretmeniydi. Özellikle Çumra İmam Hatip Lisesi yılları çocukları olarak bizlerin de ruh iklimimizde iz bırakan yıllarıydı. Biz bu yılların ağır havasını teneffüs ederek yaşımızı aldık. Siyasî kaosun bu ağırlığa katkısı çoktu tabi. 80 öncesinin siyasi atmosferi ve üzerine askerî darbe yıllarının ağırlığı. İyi hatırlarım, bir gece İmam Hatip yatılı öğrenci yurdunun basıldığı haberi ulaştı babama. Babam eline kalın bir sopa aldı, yurt binasına doğru yol almıştı. Beni de yanında götürmüştü belayı def etmeye. Ne cesaret! Yurda baskın yapan grubun babamın gelişinden önce kaçışmaya başladıklarını söylemişlerdi bizler oraya varınca. Babam olayın tekrarlanmaması için geceyi adeta nöbet tutarak geçirmişti talebeleriyle birlikte.

Talebeleriyle ilişkisi baba-evlat münasebetinden farksızdı. Öğreticiliğini titizlikle yürüttü. Arapça öğretme yöntemi öğrencileri tarafından hep takdir edilir. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen Kadir hocadan öğrendiklerimiz halen hafızamızda kayıtlı, dediklerine ben şâhidim. Gür sesli ve adeta unutulmayacak ders saatleri talebeleri için kalıcı kılıyordu öğrendiklerini. Kur’an kıraatine titizlikle dikkat ederdi. Mahreç onun için olmazsa olmazlarındandı. Kıraat, Kur’an’ın lafız- anlam yolunu müphemlikten kurtaran, istikametini netleştiren bir el feneri gibiydi. Mahreç, dil ile dimağ arasındaki kopmaz bağı tesis eder. Eğiticiliği de öğreticiliği ile atbaşı giden bir samimiyet tablosuydu. Kendi uygulamadığı hiçbir ameli öğrencilerine tavsiye ettiğini duymadık. Müslümanların başarısı onu hep mutlu ederdi. Tabii biz çocuklarının başarısı ayrı bir neşe kaynağıydı onun için.

Söylenecek, yazılacak çok şey var. Hep söylenir; babalar hakkında oğulların dilleri kekemedir, tutulur durur. Belki anneler hakkında konuşmanın daha kolay olması onların “rahamût” sahibi olmalarından olsa gerek. Rahmet deryasıdır anneler. Babaların ise kılıcı keskindir. Bir cerrah neşteri gibidir tavırları, duruşları. Sonuçta anlarsınız o keskinliğin hangi yarayı tedavi ettiğini. Her ne kadar baba, dünyaya geliş vesilemizin başı olsa da hayat yolculuğumuza olan açık tesiri bakımından neticede netleşir etkisi. Derviş bir babanın ardından kalem oynatmanın zorluğu. Bu tutuklukla hatıra ve gönle gelenler şimdilik bu kadar. Gerisini ne tamamlar? Mü’minlerden gelen Fatihalar…

*Abdülkadir Mermer: Vefat tarihi: 11 Eylül 2022, Konya Üçler Mezarlığı.