Orta Doğu’nun Lübnanizasyonu

Lübnan’a has olan farklı mezhepsel yapıların farklı kurumlar ve bölgeler üzerindeki denetimi ve bu mezhepsel yapılar arasındaki rekabetin ürettiği zayıf merkezi otorite ve sürüp giden siyasal krizler bugün Orta Doğu coğrafyasında yeni ülkelere uygulanmaya çalışılıyor. Arap Baharı süresince başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerin Irak ve Suriye’de uyguladıkları politika tam olarak böyledir.

Haber Merkezi Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

Birinci Dünya Savaşı sonrası Orta Doğu’da kurulan manda yönetimleri bölge ülkelerinin siyasi ve iktisadi rejimleri üzerinde derin izler bıraktı. Bugün halen devam eden bölgesel istikrarsızlığın temelinde manda yönetimleri eliyle kurulan parçalı politik düzen bulunmaktadır.

Arap Baharı sürecinin başlangıcında, Sykes-Picot düzeni olarak da ifade edilen manda bakiyesi düzenin değişeceğine yönelik bir umut ortaya çıkmıştı. Ancak aradan geçen on yılın ardından küresel aktörler eliyle Lübnan tipi politik sistemlerin tüm bölgeye yayılmaya, tüm bölgenin “Lübnanize” edilmeye çalışıldığına şahit olduk.

BÖL-PARÇALA-YÖNET

Burada Lübnanizasyon kavramı Fransız manda idaresinin I. Dünya Savaşı sonrası Lübnan’da inşa ettiği politik düzeni tanımlamak için kullanılmıştır. Lübnan’daki politik düzeni kuran Fransız manda idaresinin temel amacı; Lübnan’da sırtı Arap dünyasına, yüzü Fransa’ya dönük Hristiyan çoğunluktan oluşan bir devlet kurmaktı. Ayrıca ülkedeki tüm kritik kurumlar farklı mezhepsel yapılar arasında paylaştırılmış, içeride güçlü bir politik yapının oluşumu ve Fransız mandasına yönelik güçlü bir itirazı engellemek için mezhepsel rekabet teşvik edilmiştir. Böylece Müslüman Arap komşularından tehdit algılayan ve Hristiyan bir elitin yönetimde baskın olduğu Lübnan’ın, daimi olarak Fransa’nın kanatları altında kendisini güvende hissetmesi, Hristiyan elitin içerideki rakiplerden algıladığı tehdidi dengelemek ve imtiyazlı pozisyonunu devam ettirebilmek için Fransa’nın hamiliğine yaslanması sağlandı. Nitekim Beyrut Limanı patlamasından sonra Macron’un ülkeyi ziyareti sırasında binlerce kişi bir dilekçe imzalayarak ülkede yeniden Fransız mandası kurulmasını talep etmiştir.

1932 yılında yapılan nüfus sayımı sonrası Hristiyanlar lehine Müslümanlar aleyhine oluşturulan 6’da 5 oranındaki siyasi temsiliyet hakkı, 1989 yılındaki Taif Anlaşması’yla 6’da 6 olarak eşit şekilde dağıtılmıştır. Bugün Lübnan parlamentosundaki dağılım şöyledir; Hıristiyanlar: 64 (34 Marunî, 14 Grek Ortodoks, 8 Grek Katolik, 5 Ermeni Ortodoks, 1 Ermeni Katolik, 1 Anglikan, 1 Küçük Azınlıklar) ve Müslümanlar: 64 (27 Sünni, 27 Şii, 8 Dürzi, 2 Nusayri). Bugün ülkede Cumhurbaşkanı’nın Maruni, Başbakan’ın Sünni ve Meclis Başkanı’nın Şii olması kuralı geçerlidir. Sayılan mevkilerin dışındaki tüm kritik kurumlar farklı mezhepsel yapılar arasında paylaştırılmıştır.

Ülkenin kritik kurumları gibi önemli şehirleri hatta bazı şehirlerin mahalleleri bile farklı mezhepsel yapıların nüfuzuna bırakılmıştır. Ülkedeki farklı mezhepsel yapının kritik kurumlar ve önemli mekânlar üzerindeki nüfuzunun en önemli sonucu merkezi otoritenin zayıf kalmasıdır. Kritik kurumları denetimleri altına alan farklı mezhepsel yapılar arasındaki rekabet Lübnan’da merkezi hükümetin tüm kurumlar üzerinde ve ülkenin tamamında söz sahibi olmasını engellemiştir. Ülkenin parçalı politik yapısı Lübnan’da yaşanan siyasi krizlerinin ve uzun süren iç savaşın en önemli sebeplerinden biridir.

AYNI POLİTİKA ORTA DOĞU’DA DA KARŞIMIZDA

Lübnan’a has olan farklı mezhepsel yapıların farklı kurumlar ve bölgeler üzerindeki denetimi ve bu mezhepsel yapılar arasındaki rekabetin ürettiği zayıf merkezi otorite ve sürüp giden siyasal krizler bugün Orta Doğu coğrafyasında yeni ülkelere uygulanmaya çalışılıyor. Arap Baharı süresince başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerin Irak ve Suriye’de uyguladıkları politika tam olarak böyledir.

Örneğin Irak’ta ABD eliyle hem jeopolitik hem idari hem de siyasi olarak birbirine rakip farklı etnik ve mezhepsel yapılar arasında paylaşılan nüfuz alanlarına dayalı parçalı politik yapı inşa edildi. Cumhurbaşkanı’nın Kürt, Başbakan’ın Şii ve Meclis Başkanı’nın Sünni olması, ülkenin coğrafi olarak farklı etnik ve mezhepsel yapılar arasında paylaşıldığı bir siyasi siteme zorlanması ABD eliyle gerçekleştirildi. Bugün ne siyasi ne coğrafi ne de idari bir birliğin kurulamadığı Irak derin siyasi krizlerle boğuşmaktadır.

Benzer bir yapının Suriye’de de uygulanmaya çalışıldığını görmekteyiz. Merkezde bir Şam hükümeti ve ülkenin farklı bölgelerinde Kürt, Nusayri, Sünni gibi farklı etnik ve mezhepsel yapıların nüfuzunun olduğu siyasi ve idari bir örgütlenme. Ülkedeki bu coğrafi nüfuz alanları gelecekte siyasi temsile de yansıyacaktır. Bugün Suriye’de, Lübnan’da olduğu gibi, kritik kurumların farklı etnik mezhepsel yapıların denetimine verileceği bir yapının tasarlandığını söyleyebiliriz.

TÜRKİYE’Yİ VE BÖLGEYİ BEKLEYEN RİSKLER

Bugün Türkiye’nin mücavir coğrafyasında uygulanmaya çalışılan böl-parçala-yönet olarak da ifade edebileceğimiz Lübnanizasyon politikası, Türkiye ve bölge halkları için ciddi riskler barındırmaktadır. Türkiye için en olumlu senaryo Irak ve Suriye’de toprak bütünlüğünün korunduğu ve güçlü merkezi hükümetlerin yönettiği siyasal sistemlerin kurulması/korunmasıdır.

Sınırları dibinde merkezi yönetimlerin zayıf; etnik ve mezhepsel yapıların politik arenada varoluşsal bir rekabete giriştiği politik düzenler, Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliği açısından telafisi imkânsız sonuçlar doğuracaktır. Merkezi devlet yapılanmasının zayıflamasıyla oluşacak boşluklar terör örgütleri için güvenli sığınaklara dönüşecektir. Siyasal arenanın farklı etnik ve mezhepsel yapılar arasında paylaşıldığı politik yapı, bölge haklarının da lehine olmayacaktır. Böyle bir siyasi yapının halkına adalet, refah ve güvenlik sağlaması imkân dâhilinde değildir.

Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransızların icat ettiği kritik kurumların farklı etnik ve mezhepsel yapıların nüfuzuna verilmesine dayalı parçalı politik yapı düzeni, bugün küresel aktörler marifetiyle başta Irak ve Suriye olmak üzere tüm bölgeye genişletilmeye çalışılıyor. Bölgenin Lübnanizasyonu hem Türkiye hem de bölge hakları açısından ciddi siyasi, ekonomik ve güvenlik riskleri ortaya çıkaracaktır.