Sözün güzeli samimi olandır

Samimi olanı, samimi olmayandan ayırmak çok kolaydır. Çünkü çok gerçektir. Çünkü kalpten kalbe giden yolu kullanır. Cemil Meriç’in de söylediği gibi “samimiyet öyle bir dildir ki; kör de görür, sağır da duyar!”

Haber Merkezi Yeni Şafak
Arşiv

Osman Fatih Cengiz

İletişim Danışmanı - Yazar

Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethettikten sonra ismi bütün dünyaya nam salmıştı. İslam Peygamberi’nin yüzyıllar öncesinde “Konstantiniyye muhakkak bir gün fethedilecektir; onu fetheden ordu ne güzel ordu, onu fetheden emir ne güzel emirdir” sözleriyle müjdelediği, övdüğü komutanı, fetihten sonra bütün söz ustaları övmek için yarışa girmişti. Dönemin en usta şairleri birbirinden süslü şiirler, birbirinden muhteşem kasidelerle Fatih’i övüyorlar ve fethi kutluyorlardı. Sultan da, sultanlığına yaraşır hediyelerle, bahşişlerle her birine mukabelede bulunarak memnuniyetini gösteriyordu.

Bir gün İstanbul’a Anadolu’dan yeni gelmiş bir şairin, pek de vezinli ve özenli görünmeyen şu beyiti Sultan’a ulaştı:

“Devletli hünkarım sabahınız hayır olsun

Yediğiniz bal-kaymak, güzergahınız çayır olsun!”

KALPTEN DİLE GELEN İKİ MISRA

Sultan Mehmed, beyiti okuyunca şairi huzuruna davet etti. Anadolu köylerinden birinde kendi halinde sakin bir hayat yaşayan bu garip şairle tanıştı, sohbet etti. Pek çok ikram ve ihsanda bulunarak hoşnutlukla uğurladı. Sultan’ın bu ilgisine, yakınındaki bazı kişiler pek anlam veremediler, merak içinde sordular: “Sultanım, çok daha beliğ şiirlerin ve kasidelerin sahiplerine daha az câize verdiğiniz halde, bu kendi halinde kabiliyetsiz köylünün özensiz, ölçüsüz iki satırına neden bu kadar kıymet verdiğinizi anlayamadık.”

Sultan Mehmed dedi ki;

“Çünkü bunu hepsinden samimi buldum! Adamcağız ömründe en lezzetli yiyeceği bal ile kaymak bilmiş, en güzel yeri de çayır olarak görmüş ve bizim için de onları dilemiş. Bundan daha güzeli daha ne ola!”

Yegâne özelliği ‘samimiyet’ olan iki mısracığın etkisine bakar mısınız?

Her alanda güçlü ve büyük bir şahsiyet olmasının yanında, Avnî mahlasıyla yazdığı şiirlerle yaşadığı dönemin en güçlü şairleri arasında kabul edilmiş, Fatih Sultan Mehmet’in ilgisini çekebilmiş! Hem de çok daha görkemlilerinin ve yüzlercesinin arasından…

Birilerinin, bize faydası olan bir şeyleri yapmasını istediğimizde, yani ucunda menfaatimiz olan bir konuda karşı tarafı ikna etmek istediğimizde ne çok çaba harcıyor, ne çok şey söylüyoruz! Yatırım almak istediğimiz kişilere yaptığımız proje sunumları, ürün veya hizmetimizi satmak istediğimiz patronlarla yaptığımız toplantılar… Oylarına talip olduğumuz kitlelere meydanlarda seslendiğimiz mitingler, markamızı tercih etmeleri için tüketicilere televizyonda, radyoda, internette sunduğumuz reklamlar…

Zam veya terfi beklentilerimiz için yöneticilerimizle yaptığımız konuşmalar, sevgimize ve ilgimize karşılık beklediğimiz kişilere sunduğumuz iltifatlar…Mamasını yemesini istediğimiz bebeğimize yaptığımız şirinlikler ve dersini çalışması için çocuğumuza verdiğimiz telkinler…

Muhatabımızı, hedef kitlemizi ikna etmek için girdiğimiz bütün bu çabaların arkasında bir fayda elde etme, bir ihtiyaç giderme çabası var. Zira insan, ihtiyaçlarını karşılamak üzere iletişim kuruyor. Çünkü insan, dünyanın en muhtaç varlığı. İhtiyaçsız yaşam nasıl mümkün değilse iletişimsiz bir yaşam da mümkün olmuyor. Ve insanın ihtiyaç derecesi, yani açlığı iletişiminin kalitesini belirliyor.

KÖR DE GÖRÜR, SAĞIR DA DUYAR

Peki samimiyetin kalitesini belirleyen ne? Çok fazla şey. Ama hepsinden önemlisi; samimiyet. Öyle ki; her kapıyı açan anahtar gibi. Çünkü gerçek olanın, sahtelikten ve yapaylıktan uzaklığın adıdır samimiyet. Bu yüzden zor, zor olduğu için de kıymetlidir. İnsanın içiyle dışının bir olması, kalbinde hissettiklerini katıksız karşısındakine yansıtmasıdır samimiyet. Özünde yoksa, içinden gelmezse kimse kimseyi samimi yapamaz.

Samimi olanı, samimi olmayandan ayırmak çok kolaydır. Çünkü çok gerçektir. Çünkü kalpten kalbe giden yolu kullanır. Cemil Meriç’in de söylediği gibi “samimiyet öyle bir dildir ki; kör de görür, sağır da duyar!”

Herkes iletişim kurabilir ama herkes samimi olamaz. Çünkü samimi olmak muhatabı karşısında kendini deşifre etmek demektir. Sadece pozitif ve güçlü yönlerini değil, olumsuz ve zayıf yönlerini de paylaşabilmesidir. Hayallerini, korkularını, umutsuzluklarını, hatalarını; korkmadan, utanmadan, olduğu gibi, cesurca …

Ve elbette ölçüsünde. Peki nedir ölçüsü? Gerektiğinde, layık olana ama dozunda samimi olacaksın. Her gördüğüne, olur olmaz yerde, olur olmaz zamanda içindeki her şeyi sayıp dökmenin adı samimiyet değil olsa olsa boşboğazlık, divanelik, dengesizlik olur. Bir başka söz üstadının söylediği “her dediğin doğru olsun; lakin her doğruyu her yerde deme!” ifadesini samimiyetin de ölçüsü olarak kabul etmek pek de yanlış olmasa gerek.

İletişim deyince genelde olaylara olduğumuz yerden bakıyoruz. Yani o an bulunduğumuz noktanın ve zaman diliminin perspektifiyle yorumluyoruz. Oysa asırlar önce, kıymetli ağızlardan çıkmış sözlere baktığımızda işin aslını anlamak daha bir kolaylaşıyor.

Sahabe-i Kiram’dan Temim ed-Dâri şöyle anlatıyor:

“Hazreti Peygamber (s.a.v) buyurdu: ‘Din nasihattir (samimiyettir)!’

Bizler de kendisine ‘Kimin için?’ diye sorunca; ‘Allah’a, Kitabı’na, Resulü’ne, müminlerin idarecilerine ve tüm Müslümanlara’ diye cevap verdi.”

İki Cihan Serveri Efendimiz bir başka hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:

“Allah (cc) ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder!”

Anlaşılıyor ki; Yüce Yaratan, kullarından samimi olmasını istiyor. Ancak samimi amellerin makbul olacağını, sadece O’nun kabul edeceğine kalpten inanarak edilen duaları kabul buyuracağını haber veriyor.

Daha önce “iletişimde mahir olan sözün güzelini söyleyendir!” demiş ve ortaya şöyle bir soru bırakmış idik: “Öyleyse sözün güzeli nasıl olur?”

Bugün de bu sorunun yanıtını vermiş olduk:

“Sözün güzeli samimi olandır!”

Samimiyetle kalınız!