Yolculuk nereye?

Hayat, bize bilmediklerimizi öğrenmemiz için önümüzde hazır duran bir laboratuvar gibidir. Bir yandan düşmesiyle kalkmasıyla, kaygısıyla, yarasıyla, yasıyla, düş kırıklıklarıyla savaşırken diğer yandan ilgiler, sevgiler, hayaller, hevesler ve maceralar bizi bekler.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Düşünce Günlüğü

Mehtap Şahin / Yazar

Hayat, bize bilmediklerimizi öğrenmemiz için önümüzde hazır duran bir laboratuvar gibidir. Bir yandan düşmesiyle kalkmasıyla, kaygısıyla, yarasıyla, yasıyla, düş kırıklıklarıyla savaşırken diğer yandan ilgiler, sevgiler, hayaller, hevesler ve maceralar bizi bekler. Tüm bu duygular ve daha fazlası biz insanlar içindir. Hiç kimse her zaman dümdüz yürüyemez, dimdik ilerleyemez. Her nefeste bir şeyler olur, bir şeyler biter. Hatta tabiri caizse an gelir yoldan da çıkılır ve tekrar yola da girilir; çünkü insan olmak tam da böyle bir inşa sürecidir. Tadilatı, restorasyonu bitmez.

YOLLAR USULÜNCE YÜRÜNÜR

Büyüklerimizden de biliriz ki cümle yolların yakıtı sohbettir. Kaliteli her muhabbetin derinliklerinden de tasavvuf çıkar ki dışarıdan her ne kadar öyle gibi gözükse de o romantik bir şey değildir. Ne çeşme başında mani ne de ağaç gölgesinde türkü söylemeye benzer. Bir kere bu yola giren; gam, keder, elem ve hasret çekmeyi göze almıştır. Bütün bunlar belki dışarıdan pembe dizi gibi görünüyor olabilir fakat tahammül ve sabır yakıtını harcamayan doğru yolu bulamaz. Yani demem o ki yollar usulünce yürünür. Ve bu meşakkatli yolun sonu gönül sefası ve beden hafifliği ile nihayete erecektir. Bu öyle bir nihayet ki anlamayanlar için dışarıdan pek küçük görünse de bunu bizzat deneyimleyenler bilirler ki bir damlada olan teselli koca denizde yoktur. İşte tam da bu noktadan sonra gidilecek yollar, açılacak cümle kapılar, karşılaşılacak hayırlar ve tanışılacak iyiler vardır.

Herkesin yöneldiği bir menzil olur. Kişinin menzilini anlamak için konuştuklarından ziyade meşgalesine, kaygılarına ve acılarına odaklanmak gerekir. Bu yoldaki meşakkatleri göze alamayanlar yanlış yollardan giderek doğru istikametleri bulamazlar. Aksine onların seçtikleri yollarda dünyanın ve varlığın ağırlığı zamanla katbekat artacaktır.

Bazen de “yolun yolcusu olmak” şartı vardır. Bu durum muhatabına tesir etmek için bizatihi önem arz eder. Tıpkı bal yememesi için tavsiyede bulunacağı çocuğa sözleri tesir edebilsin diye onu 40 gün bekletip, balı önce kendisi kesen İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin yaptığı gibi.

İSTİKAMET BİR ÖLÇÜDÜR

Yolları fersah fersah aşarız, öyle navigasyon koymadılar bizim önümüze. İşte o sebeptendir ki tüm o virajlardaki duygular bize geçmiştir, geçmiştir de oracıkta durup kalanların halini bir bakışta anlarız evelallah. Boşuna mı demiş Hoca Nasrettin “Bana damdan düşeni getirin.” diye. İşin özüne gelecek olursak, evet herkesin bir yolu var ve hiçbirimizinki öyle sanıldığı gibi dümdüz de değil, bazısının düze yakın evet kabul ama; senin engebesiz sandığın o hayatın onun dünyasında çakıllı bir dağ olmadığını nereden biliyorsun? Kolay yolda pişmek olmaz. Düşünmek gerek, hem Yunus nasıl Yunus oldu dersin? Hiç mi rastlamadı o kervanda at hırsızına, gönül arsızına?

Kim ki bu dünya yolunun güllük gülistanlık olduğunu der, o henüz rüyadadır. Bu dünya hayatı çoğu kez dikenli bir yoldur. Peki, nedir bu dikenler? Etrafındaki insanların kıskançlığı, hasreti, çileler, laf, söz, yoksulluk, yoksunluk ve daha nice zorlu duygular…

Ezcümle anladığım şu ki Hak bir kimseyi inayetine layık gördüyse o kimsenin yüreğine “Biz bu dünyaya niye geldik” sualine bir cevap bulma arzusu koyar ve o soru ile çıkarır bu meşakkatli yola. Bu süreçte yol arkadaşı, yol erzakı hepsi birer tedarik. Öyle ya insan, gideceği yerin, ulaşacağı menzilin değerine göre hazırlık yapar. Cümle mevcudatın bu denklemde ilahi bir amacı vardır. Öyle ki bu yolda karıncanın dahi niyeti İbrahim’in ateşini söndürmekti. Ve biz biliyoruz ki küçücük bir örümcek, iki cihan serverini düşmanlarından korumak için örmüştü ağlarını. Karıncaya ve örümceğe bu yüce amacı yükleyen Allah seni başıboş mu bırakacaktı? Evet, tam da bu hikayelerden anlıyoruz ki istikamet, imanın kemalini gösteren bir ölçüdür. Ve en büyük ideal Fatiha-ı Şerife’de belirtildiği üzere “sırat-ı müstakim” üzere olmaktır.

Şimdi otur da sen düşün, ben düşüneyim, hepimiz kafa yoralım sırat-ı müstakime hangi tren gider ey yaratılmışların en şereflisi?